"Ah, Tanrım!" diye söylendim bir kez daha. Matt, yaklaşık 1 saattir onu kullandığımla ilgili bana bağırıyordu. Evet, bu konuda çok haklıydı ancak bu çok eski bir olaydı ve defalarca yaşadığımız ilişkiyi geride bırakacağımıza dair konuşmuştuk.
"Bana bunu yapmamış ol, Robyne!" diye mırıldandı. Bağırmayı bırakmış, acı çekiyormuş gibi konuşmuştu ve bu içimin sızlamasına neden oluyordu. Ona acı çektiriyordum.
Bana ne kadar bağırsa haklıydı...
"Matt, ben sadece... Bilirsin, geç fark ettim işte." Oturduğu koltuğun önüne çöktüm ve destek vermek istercesine elimi koluna yerleştirdim.
Kurduğum cümleyle, başını ellerinin arasından kaldırdı ve bakışlarımı yakaladı. Gözleri, alev saçıyor gibiydi. Biraz önceki acı dolu sesine o kadar tezattı ki, ürkmeden edememiştim.
"Bana dokunma!" diye bağırdı kolumu itip ayağa kalkarken. Bu yaptığı, popomun yerle buluşmasına sebep olmuştu.
"Beni hiç sevmemişsin! Tanrım, seni hayatımın merkezine koydum ve sen bana hiç değer vermemişsin!" diyerek duvara yumruk attığında, kalp atışım iki katına ulaşmıştı. Korkmama sebep oluyordu. Ses tonu o kadar yüksekti ki, bir an ses tellerinin kopacağını düşünmüştüm. Vücudu sinirle gerilmişti ve boynundaki damarlar o kadar belliydi ki, derisinin üstünde olduğunu düşünmeye başlamıştım.
"Sana değer veriyorum." diye mırıldandım, duyduğundan emin olduğum bir ses tonuyla. Bu doğruydu, ona gerçekten değer veriyordum. Bana dair bir şeyler bilen kişi sayısı çok azdı ve o bunlardan biriydi. Ona kendimden bir şeyler vermiştim. Onu gerçekten seviyordum.
"Sana güvenmiyorum." Ses tonu bu kez fazlasıyla sakindi ama en çok canımı şimdi yakmıştı. Bana güvenmiyordu, bu gerçekten canımı yakmıştı.
"Matt, üzgünüm." dedim. Gerçekten artık söyleyebileceğim bir şey kalmamış gibi hissediyordum. Bu öylece açıklama yapabileceğim bir olay değildi. Evet, ona yaptığım büyük bir hata vardı ancak beni bu kadar yargılamasından rahatsız oluyordum.
"Gerçekten üzgünüm ama yaşananları değiştiremem. Böyleyim ve bunu da değiştiremem. Üzgünüm." diye fısıldadım ve bulunduğumuz ara sokaktan çıktım.
Şu an soğuk bir duşa ihtiyacım vardı. Bir de güzel bir uyku fena olmazdı. Belki Julia'nın kollarında, sıcacık bir uyku...
Güneş yavaş yavaş kaybolurken, kararmaya yeni başlamış sokaklarda ellerim cebimde yürüyordum. Matt'in olaya bu şekilde giriş yapmasını istemezdim ama olmuştu işte. Julia'ya da bu yüzden kızamazdım çünkü yanlış bir şey yapmamıştı. Hatta aramızdaki etkileşime bir isim vermişti ve bu oldukça hoştu.
Cebimde titreyen telefonumu elime aldım. Julia arıyordu.
Matt beni konuşmak istediği gerekçesiyle sürüklediğinde, adeta çıldırmıştı. Calvin onu sakinleştirme görevini üstlenmişti ancak arkam dönükken bile Julia'nın ateş saçan gözlerini ensemde hissedebilmiştim.
Ondan anlayışlı olmasını bekliyordum.
"Neredesin Tanrı aşkına? 3 saat oldu Mel!" diye bağırdığında, telefonu kulağımdan uzaklaştırmak zorunda kalmıştım.
"Evde misin?" diye sordum, onun sorusunu görmezden gelerek. Nerde olduğumu biliyordu ve bu kısmen onun suçuydu. Bu yüzden açıklama yapma gereği duymuyordum.
"Gökyüzü'ndeyiz." dedi ve cevabımı beklemeden telefonu kapattı.
Sanırım bugün içerisinde trip yemediğim tek bir insan evladı bile kalmayacaktı.
Derin bir nefes aldım ve birkaç gündür Juia'yla takıldığımız bara doğru yola çıktım. Julia, adı için buraya gelmek istemişti ve çok sevmişti. Gökyüzü, onun için anlamı büyük olan bir şeydi. Gökyüzüne gerçekten aşıktı.
Benim de sevmediğim söylenemezdi. Hoş bir mekandı. Diğer kasvetli barlara nazaran koyu mavi duvarları vardı. Kalan bütün dekor ise altın ve sarı renkliydi. Geceyi süsleyen yıldızlar gibi gözüküyorlardı.
Bilindik dekoru geçtim ve kapıya en uzak masada oturan Julia, Calvin ve Tom'a ulaştım.
"Selam." diyerek Julia'nın yanındaki boş sandalyeye oturdum.
Tom, beni görünce oturduğu yerde gergince dikleşti. Matt'le iyi anlaşırdı. Endişelendiğini tahmin edebiliyordum.
"Hasar çok büyük mü?" diye sordu elini saçlarının arasından geçirerek.
Hasar büyüktü, Matt sinirli ve kırgındı. Ah, Tanrım. Bu işin içinden nasıl çıkacaktım?
"Evet."
Konuşmamızı, Julia'nın sinirli iç çekişi böldüğünde, hepimiz aynı anda ona dönmüştük.
"Neden hepsi onunla ilgili?" diye çıkıştı, kollarını bedenine sararak. "Neden Mel ve benimle ilgili değil de, Matt ve Mel ile ilgili?"
Kıskanmasını doğal buluyordum, ben de kıskanırdım. Ancak biraz anlayış göstermesi gerekmez miydi? Çocuğu kullanıp bir kenara atmıştım, duygularını incitmiştim, kalbini kırıp bir de eline vermiş ve "Ben lezbiyenim." diyerek evine yollamıştım. Tabi ki, bu Matt'le de ilgiliydi.
Ancak yine de, alttan alan ben olacaktım. Böyle bir şey için birbirimizin kalbini kırmaya ihtiyaç yoktu. Sakin bir şekilde de konuşup anlaşabilirdik. Bu tavırlarına sinirlenmemeye çalıştım ve omuz silktim. Elimi usulca bacağına koydum ve bana bakmasını sağlayarak gülümsedim.
"O zaman bizimle ilgili olsun." dediğimde, sinirli surat ifadesi yerini yumuşak bir ifadeye bıraktı ve kafasını omzuma koydu.
Hiçbirimiz sarhoş olmadan mekandan ayrıldığımızda, Tom ve Calvin bizi Julia'nın evine bırakmışlardı. Evde bir süredir yalnızdık ve bu birkaç günlüğüne daha böyle devam edecek gibiydi.
Bu durumdan şikayetçi değildim, bu durum bizi birbirimize fazlasıyla yakınlaştırıyordu. Birbirimizle sürekli aynı evde olmak, her halimizi görmek, her halimizi tanımak bizi yakınlaştırmıştı. Kısa süre içerisinde onu gayet iyi tanıyabilmiştim. Ne zaman mutlu olduğunu, güne nasıl başladığında huzurlu bir gün geçirdiğini, en sevdiği kahveyi, canı sıkkınken hangi çikolatayı yediğini, uyumadan önce hangi duaları ettiğini, uğurlu kalemini, onun hakkında birçok şeyi öğrenebilmiştim. Ve tüm bu özellikleri, beni ona daha çok çekiyordu. Her haliyle büyüleyici ve özeldi. Birlikte geçirdiğimiz her saniye, onu daha çok aşık olunası kılıyordu.
Soğuk bir duşun ardından, hala ıslak olan saçlarımı önemsemeden üzerimi giyindim. Başımda hafif sayılabilecek bir ağrı vardı. Bunu önemsemedim ve saçlarımı kurutma gereği duymadan, tişörtümün sırtını ıslatmasına izin verdim. Odadan çıktım, aşağıdan gelen televizyon sesini takip ederek merdivenlerden indim.
Kollarımı dizlerime ulaşan bol tişörtümün bel kısmına sardım ve bağdaş kurmuş bir vaziyette televizyon izleyen Julia'nın yanına bıraktım kendimi. Kafamı Julia'nın göğsüne yasladığımda, bacaklarını L şeklindeki koltukta uzattı ve kollarını omzuma doladı.
Bugün ihtiyacım olan ilk şeyi halletmiştim; soğuk duş. Sıra Julia'nın kollarında huzurlu bir uykuya gelmişti.
Gözlerimi kapattım ve Julia'nın güzel kokusu eşliğinde uykuya dalmayı bekledim. Tahmin edeceğiniz üzere, çok da uzun sürmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Lesbian Life
Teen Fiction"Sen..." Sesim adeta hırlıyor, ateş saçıyordu. "...ne hakla..." Yürümeyi sürdürdüm. Bu onun ürkerek geri gitmesine sebep oluyordu. Gidecek yeri kalmadığında onu duvarla arama almıştım. Geri gitmek için çabalıyordu ancak bu yalnızca sırtının soğuk d...