24. Bölüm

3.7K 91 14
                                    

Ellerim, camın üzerinde aşağı kaydı. Camın arkasını görmek istiyordum fakat kapalı storlar buna izin vermiyordu. Defalarca, sanki açılacakmış gibi vurmuştum cama. Usanmadan, avuçlarım acıyana, ellerim kızarana kadar. Ancak elime geçen tek şey, güvenliğin uyarısı ve doktorların yaptığı sakinleştirici olmuştu.

Uyuşup, yatarak geçirdiğim birkaç saatin ardından, yine camın diğer tarafında bekliyordum işte. Çaresizdim, çaresizdik. Sadece dua edip bekleyebiliyorduk. Ve sanırım en kötüsü de çaresizlikti, bilinmezlikti. O, ölümle yaşam arasındaki çizgide gezinirken, yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Uyanacak mıydı, bilmiyorduk. Öyle umuyorduk, ama bu tamamen onun bünyesine kalmış bir şeydi.

Her şey, herkes uzaktı bana şu dakika. Tek yakın olan şey, acıydı. Kendimi soyutlanmış hissettim. Buraya ait olmadığımı hissettim. Olmam gereken yer, Calvin'in yanıydı. Onun elinden tutup, yanıma çekmeliydim. 

Bencildim, fazlasıyla bencildim.  Düşündüğüm tek şey, canımın yanmasıydı. Canım yansın istemiyordum. 

Annemi kaybetmiştim, babamı kaybetmiştim. Bu, çok canımı yakmıştı. Ve şimdi, değer verdiğim bir insan bu camın arkasındaki o lanet yatakta yatıyordu. Bilinci kapalıydı, durumu ciddiydi. Ve ben, onu kaybedemezdim. Kaybetmemeliydim. Bu çok canımı yakardı.

Bencil olduğum için kendimden nefret ettim. Sadece kendimi düşündüğüm için kendimden nefret ettim.

Ellerimi camdan çektim ve arkamı döndüm. Gözlerimi sımsıkı kapattım ve sırtımı cama yaslayıp yere doğru kaydım.  Ellerimi kulaklarıma bastırdım ve başımı dizlerime yasladım. Calvin'in ağlayan annesini duymak, görmek istemiyordum. Harap olmuş babasını görmek istemiyordum. 

Kulaklarımdan çektiğim ellerimi ağlamaktan şişmiş gözlerime bastırdım ve ne kadar uzun bir süredir Calvin'le birlikte bir şeyler yapmadığımı düşündüm.  Gerçekten bencildim. Kendi dertlerime düşmüştüm ve eskisi kadar Calvin'le ilgilenmemiştim. Bu daha çok canımı yakıyordu.

Bileklerimi kavrayan ve ellerimi gözlerimden çeken kişiye verdim dikkatimi. Matt, karşımda yorgun suratıyla duruyordu ve bu kadar yorulmasına rağmen tek düşündüğünün ben olduğumu endişeli bakışlarından anlıyordum. Böyle olmamalıydı. Beni bu kadar düşünsün istemiyordum.

"Kalk yerden, hadi kedicik." diyerek dirseğimi kavradı ve beni kaldırmaya çalıştı. 

Dirseğimi ondan kurtararak karşı koydum. "Hayır." Çatlayan sesime karşılık, dudakları bir çizgi halini aldı ve endişeyle bakan gözlerinde, daha çok üzüntü gördüm.

"Dinlen biraz, Robyne." diyerek araya giren Julia'ya döndüm. Benim için saatlerdir burada bekliyordu. Gitmesini defalarca söylemiştim fakat beni almadan hiçbir yere gitmeyeceğini söylemişti.

Saat kaçtı bilmiyordum fakat çoktan sabah olmuştu. Tom, yaklaşık bir saat önce buradaki insanlara kıyafet almak için gitmişti. Julia ve beni de götürmek istemişti fakat istememiştim.

"Hayır!" 

Yine çatallayan sesime karşılık, Matt bir elini sırtıma, diğer elini ise dizlerimin altına kaydırdı. Çırpınışlarıma rağmen beni hiç zorlanmadan kaldırdığında, yumruk yaptığım eliimi göğsüne vurdum.

"Bırak beni." 

Bırakmamıştı. Beni, biraz ilerideki koltuklardan birine götürdü ve oturmamı sağladı. Kendisi hemen yanıma otururken, Julia sağ tarafımızdaki tekli koltuğa oturmuştu.

"Julia, sen eve git artık. Dinlen." diyerek düşünceli bir şekilde bakan Matt'e döndüm. Gözlerinin altında mor halkalar oluşmaya başlamıştı. Buna rağmen, güzel bir yüzü vardı.

A Lesbian LifeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin