Merdiven biçimli, seyirciler için yapılmış alana uzanmış ve saçlarımı bir alt basamağa sarkıtmış vaziyette kolamın içebileceğim kadar sıcaklamasını bekliyordum. Maçın sonucunda yine benim takımım yenmişti ve galibiyet kolamı içmek için sabırsızlanıyordum, bu kolaları Calvin'in yendiğim için ısmarlaması kolanın tadını normalden daha güzel yapıyordu. Sanki sihirli bir değnekle dokunulmuş ve galibiyet konfetileriyle süslenmiş gibiydi.
Önemli ya da önemsiz, hiçbir konuda kaybetmeyi kendime yediremezdim küçüklüğümden beri. Bu, her konuda üstün olmak tarzı bir şey değildi. Herkes farklı şeyleri iyi yapardı elbette ve kimse kimseden üstün değildi. Ancak kaybetmekle aramın iyi olmaması için sebeplerim vardı. Bunların başını ailemi, ve zamanında kardeşimi kaybetmem geliyordu.
Kolamın yeterince içilebilir olduğuna kanaat getirdiğimde, rahatımı bozmadan kafamı doğrulttum ve koladan büyük bir yudum aldım. Kola, benim için su gibiydi. Sudan daha çok kola içtiğime yemin edebilirdim. Zaten fazla da su içmez, su ihtiyacımı kolayla karşılardım.
"Senin aldığın kolaların tadı daha güzel oluyor." diye şakıdığımda gözlerini devirdi arkasına, basamağa yaslandı.
"İçine tükürüyorum."
Suratımı yalandan buruşturup Cal'e dil çıkarttığımda, bana aynı şekilde karşılık verdi.
Başımı tekrar alt basamağa doğru sarkıttım ve ıslık çalmaya başladım. Garipsenecek bir biçimde mutlu bir ruh haline sahiptim birkaç saattir. Bunu basketbol oynamama yordum ve babamın alacaklılarını düşünmemeye çalıştım.
Tanrım, ailemi tanımıyordum bile. Ne işle meşgul olduklarını bilmiyordum. Başımda ne gibi bir bela var bilmiyordum ve benim acilen bir şeyler öğrenmem gerekiyordu.
Çok fazla film izlemenin getirisi olan düşünceler beynime hücum ettiğinde kendimle alay ettim. Genelde bu tip olaylar zengin ailelerin çocuklarının başına gelirdi ancak eğer zengin bir ailem olsaydı ve bana yüklü bir miras bırakmış olsalardı, bu kadar yokluk içinde yaşamazdım. En azından, birinin bana bu parayı haber vermesi gerekirdi, öyle değilmi? Yani, bu işleri çok iyi bildiğimden değil, yalnızca filmlerde böyleydi. Belki de bu işin kuralı buydu.
Aile. Aile, benim için çok yabancı bir kavramdı. Benim tek ailem, sayısı bir elimin parmaklarını geçmeyecek arkadaşlarım olmuştu.
Aile. Çoğu insan için pek çok şey ifade edebilirdi. Kimisi için mutluluktu. Kimisi için huzurdu. Kimisi için kalacak yer, kimisi içinse para kaynağıydı. Benim içinse, yüzlerini bile hatırlamadığım anne ve babaydı sadece. Onlardan bana kalan kardeşim vardı yalnızca. Bir de annemin kadife sesi vardı hatıralarımda.
Gözlerimi kapıya diktiğimde, alayla beni izleyen Matt ile karşılaşmıştım. Yaptığım hareketin ne kadar sorunlu ve komik durduğunun farkındaydım ancak bu şekilde rahatlıyordum. Çok değişik bir kişiliğim vardı belki de.
El sallayıp, Seni akşam alırım, dediğinde iki parmağımı ters konumda olan başıma götürdüm ve selam verdim. O da çantasını tek omzuna atıp spor salonundan uzaklaşmıştı.
"Aranız iyi demek." diyen Cal'e omuz silktim ve olduğum yerden kalktım.
"Max'e gidiyorum."
Başını sallayıp benim gibi kalktığında, beraber okul çıkışına ilerledik.
"Haftasonu bizde kalsın Max, annemler de çok özlemiş." dediğinde, ne yapacağımı bilemez vaziyette gözlerinin içine baktım.
Şu zamana kadar bana çok yardımları olmuştu. Aç kaldığımda rahatça evlerine girip çıkabilmiş, zor zamanımda annesiyle dertleşebilmiştim. İlk reglimde bana annesi yardımcı olmuştu hatta. Onlara çok şey borçluydum.
Julia'yı arabasının yanında bana el sallarken gördüğümde, Calvin'e minnetle sarıldım ve yolcu koltuğuna kuruldum.
"Gece için bir planın var mı?"
Yola dikkatini vererek konuşan Julia'ya döndüm. Ciddi bir ifadesi vardı.
Bazen çift karakterli olduğunu düşünüyordum. Belki hiçbir zaman bana karşı benim kimi zaman ona olduğum gibi mesafeli olmuyordu ancak her zamanfazla yakın da değildi. Kafamı karıştırıyordu.
"Evet." diye yanıtladığımda, fazla üstelemedi ve evin önüne park etti.
Sormayışına bozulmuştum, açıkcası onun beni kıskanıp kıskanmayacağını merak etmiştim. Sanırım o eski sevgilisine gidecek olsa, onu deli gibi kıskanacak kadar dengesizdim. Biliyordum, ben de ona karşı dengesiz davranıyordum ancak ne yapmam gerektiğini bile bilmiyordum ki. Daha önce hiçbir kızla böyle şeyler yaşamamıştım ben.
"Hoşgeldiniz kızlar."
Bayan Parmell'ın neşeli ve davetkar sesi ile içeri girdiğimizde, bizi yemek masasına sürüklemişlerdi.
Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından, tatlılarımıza geçtiğimzde, Bay Parmell sessizliği bozmuştu.
"Robyne, eminim ki Julia seninle konuşmuştur. Eğer sen de onaylarsan, Max'i tatile götürmek istiyoruz. Bir kaç haftalığına." Dİkkatle Max'in suratına baktığımda, bana istekle gülümsüyordu. Hiçbir zaman tatil yapmamıştı ve bunu engellemem ona haksızlık olurdu. "Ne diyorsun?"
Gülümseyerek kafamı olur anlamında salladım, ve Max'in eline uzandım.
Yemeklerime dokunmamıştım, bu akşam Matt ve annesiyle yemek yiyecektim ve öncesinde fazla bir şey yemek istememiştim. Okulumla ilgili sıkıcı sohbetin ardından, Matt beni alacağını söyleyen bir mesaj atmıştı ve ben de kendim geleceğimi belirten bir cevapla kendimi evden dışarı atmıştım.
Hava kararmış ve soğumuştu, soğuğu kemiklerime kadar hissederek ceketime biraz daha sokuldum. Fazla üşümemek için kestirme yola saptığımda, adımlarımı hızlandırdım ve korkuyla kıpırdandım. Işık, sokağı yeterince aydınlatmıyordu ve ben yalnızca birkaç adım ötemi görebiliyordum. Ellerimi rahatsızca cebime attım ve telefonumu yokladım. Cebimde olduğunu gördüğümde rahat bir nefes aldım ve köşeden sağa döndüm. Fazla yolum kalmamıştı ancak soğuk yüzünden hız yetimi giderek kaybediyordum.
Çözülen bağcıklarıma lanet ederek, duvar kenarına sinip bağcıklarımı bağlamak adına eğildim. Ellerim bağcıklarımı bulduğunda, sırtımda hissettiğim ele şaşırma fırsatı bulamadan, ayaklarım yerden kesildi ve kötü kokulu bir mendil ağzımı ve burnumu kapatacak şekilde yüzüme bastırıldı. Korku ve panik tüm bedenimi ele geçirirken ne yapacağımı bilemeden çırpınmaya başladım ancak gücüm, beni kavrayan kişi karşısında yetersizdi.
Bilincim yavaş yavaş bedenimden sıyrılırken, zaten yetersiz olan gücümü de kaybetmeye başlamıştım. Gözlerimi, görüntüyü kaybetmemek için sıkıca yumup açtım ancak karıncalardan başka hiçbir şey göremiyordum. Vücudumdaki tüm kan çekiliyormuş gibi hissediyordum.
Ayaklarım üzerinde duramaz olduğumda, kendimi beni tutan kollara bırakmak zorunda kalmıştım. Beynim, kafatasımın içinde kül olmuş gibiydi ve rüzgarda oraya buraya savrulduğunu hissediyordum. Bilincim, kulaklarımdan akıp gitmeye devam ederken, nefes almaya çalışmış ancak kötü kokuyla tekrar irkilmiştim. Artık hissettiğim tek şey bir çift koldan başka bir şey değildi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Lesbian Life
Teen Fiction"Sen..." Sesim adeta hırlıyor, ateş saçıyordu. "...ne hakla..." Yürümeyi sürdürdüm. Bu onun ürkerek geri gitmesine sebep oluyordu. Gidecek yeri kalmadığında onu duvarla arama almıştım. Geri gitmek için çabalıyordu ancak bu yalnızca sırtının soğuk d...