Julia;
Duştan çıktım ve iç çamaşırlarımı üzerime geçirdim. Hareket ettikçe yorgunluktan sızlayan eklemlerimi görmezden gelerek saçımı havluyla kapladım ve odama geçtim. Hepimiz için zor bir gündü ve ilerleyen saatlerde ne olacağını hiçbirimiz bilmiyorduk.
Düşüncelerimden arınmak adına yavaşça bir nefes aldım. İyi düşün, iyi olsun mottosuna inanarak etrafa iyi enerji saçmayı tercih eden biriydim. Bu yüzden kötü düşünmeyecektim. Her şey iyi olacaktı.
Calvin'in içinde bulunduğu duruma fazlasıyla üzülüyordum fakat bir o kadar da Robyne'e üzülüyordum. Calvin'e değer veriyordu ve değer verdiği başka birisini daha kaybetmesini istemiyordum. Kardeşini kazanmak için çok şey yapmıştı, ancak şu durumda yapabileceği, yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu ve onun bu çökmüş haline dayanamıyordum. Güzel gülüşünü tekrar görmek istiyordum.
Üzerime kazak ve kot pantolon giyinip Robyne için de çantama kıyafet koydum.
Robyne, sürekli aklımdaydı. Sürekli düşündüğüm tek şey oydu ve bu kadar kısa sürede nasıl da birbirimizin hayatına dahil olduğumuzu düşünüp duruyordum. Her şey çok hızlı gelişmişti. Bu yüzden bana karşı olan hislerini çözemiyordum. Ama ben ona karşı bir şeyler hissediyordum, bundan emindim.
Daha önce hiç erkek arkadaşım olmamıştı. Ailemle hiçbir erkeği tanıştırmamıştım. Çünkü hiçbir zaman bir erkekle olmamış, hayal etmemiştim. Daha önce takıldığım kızlar olmuştu ve ailemle yalnız bunları tanıştırmıştım.
Hiçbir zaman aileme ya da bir başkasına lezbiyenim dememiştim, fakat ayna karşısında ben lezbiyenim diyebiliyordum. Ben buydum, böyleydim. Böyle yaratılmıştım.
Üzerime asker yeşili ceketimi giydim ve çantayı özensizce omzuma taktım. Merdivenleri indim, evden çıkıp dışarıda beni bekleyen taksiye bindim ve nereye gitmek istediğimi söyledim.
Aslında, tam olarak gitmek istediğim söylenemezdi. Bu Calvin'in olduğu durumu umursamadığımdan falan değildi. Bu, bunların yaşanmasını istemediğim içindi. Oraya gitmek zorunda olmak istemiyordum. Her şey düzelsin, Calvin iyileşsin ve Robyne mutlu olsun istiyordum. O müthiş gülümsemesini yine görebilmek istiyordum.
Şekilli ve tatlı dudakları yine iki yana nazikçe kıvrılsın ve ben de saatlerce bunu izleyebileyim istiyordum. Parıldayan gözleri, gözlerime dokunsun istiyordum. Gülüşünün sesi kalbime dokunsun istiyordum.
Taksi hastanenin önünde durduğunda, oarayı verip indim ve beklemeden içeri girdim. Hastanenin bunaltıcı ve milyonlarca ilacın karışımı gibi olan kokusu yüzümü okşarken burnumu rahatsızlıkla kırıştırdım. Bu kokudan, buradan hoşlanmıyordum.
Asansöre binip 3. katta indim ve yoğun bakım odalarının olduğu koridora girdim. Biraz ilerleyip koltukların olduğu yere vardığımda, Robyne'i Matt'in omuzuna yatmış bir vaziyette bulmayı düşünmüyordum.
Kaşlarım benden habersizce çatılırken, karşılarında durdum ve beni fark etmelerini bekledim. Beni ilk fark eden Tom olmuştu.
"Hoş geldin Jules." diyerek beni selamladığında, bu içten gelen bir hoş geldin değildi. Bunun sebebinin ben değil, Calvin'in durumu olduğunu anlıyordum. Kim bu durumda hoş gelebilirdi ki?
Robyne beni fark ederek kafasını kaldırdığına, şişmiş gözlerini gözlerime kilitledi. Böyle olmasın dayanamıyordum. Onu böyle görmek istemiyordum. Suratı hala kusursuzdu fakat boş bakışlarını görmek istemiyordum.
"Sana kıyafet getirdim." dediğimde, bana boş gözlerle bakmaya devam etti. Tepki vermiyordu.
"Hadi gel," diyerek yanına gittim ve elimi tutması için elimi ona uzattım. Bakışları elime kayarken suratı hala ifadesizdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Lesbian Life
Teen Fiction"Sen..." Sesim adeta hırlıyor, ateş saçıyordu. "...ne hakla..." Yürümeyi sürdürdüm. Bu onun ürkerek geri gitmesine sebep oluyordu. Gidecek yeri kalmadığında onu duvarla arama almıştım. Geri gitmek için çabalıyordu ancak bu yalnızca sırtının soğuk d...