"Merhaba." diyerek şaşkınlıkla konuştuğunda, çoktan koltuğa oturmuştum. O da peşimden gelirken, uykulu suratının ne kadar da tatlı olduğunu düşünüyordum.
Güzeldi. Fazlasıyla güzeldi. Ufak bir burnu, suratına harika bir şekil veren elmacık kemikleri, ince ve tatlı dudakları vardı. Suratındaki her ayrıntıyı seviyordum. Ondaki her ayrıntıyı seviyordum.
"Rahatsız etmiyorum umarım." diye mırıldandığımda, rahatsız etmediğimi biliyordum. Artık kendimi bu evde rahat hissediyordum ve onların da beni ve Max'i kabul ettiğinin farkındaydım.
"Hayır sadece şaşırdım. Uzun süredir gelmiyordun." dediğinde, içtenlikle gülümsedim.
"Yalnız kalmak istemedim, evime her isteyen girebiliyor biliyorsun." diyip güldüğümde, kısa bir kahkaha atıp yanıma oturdu. Benim gibi ayaklarını koltuğun önündeki pufa uzattı ve olduğu yerde aşağı doğru kaydı.
"Neden buraya taşınmıyorsun?"
Sorusu karşısında afallayarak ona döndüm. "Çünkü kendi evimde yaşıyorum." diyerek saçma bir gerekçe sunduğumda, üstelemedi.
"Film mi izleyeceğiz?" diye sordum film kanallarından birinde durduğunda.
"Evet." dedi ve omuz silkti. Alt dudağı üst dudağının üzerinde dikkatle televizyona bakıyordu. Kaşları hafifçe çatılmış, gözleri kısılmıştı. Bu hali beni gülümsetmişti.
Onu izlediğimi fark ederek bana döndüğünde, gülümsemeye devam ederek televizyona döndüm.
"Ne var?" diyerek sorduğunda, ses tınısından onun da gülümsediğini anlamıştım.
"Hiç." diye mırıldandım ve devam ettim. "Çalışanlar nerede?"
Sorum karşısında kaşları daha çok çatıldı. "İzindeler. Bir şey mi istiyorsun?"
"Hayır."
Cevabım karşısında kafasını sallayıp tekrar televizyona döndüğünde, dikkatini tekrar bana vermesi için çenesini tuttum ve kafasını bana doğru çevirdim.
Gözleri tekrar gözlerimi bulduğunda, bu sefer kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmıştı.
"Bana kimya çalıştırır mısın?" diye konuştuğumda, gözleri dudaklarıma kaydı. Bu hareketi karşısında dudaklarım beklentiyle aralandı ve gözlerim onun dudaklarına kaydı.
Kafasını aceleyle ve umursamazca salladı ve dudaklarıma daha çok yaklaştı.
Beni öpmesini istiyordum. Tam şu an dudaklarını hissetmeye ihtiyacım vardı.
Gözlerimi kapattım ve dudaklarımı daha çok araladım. Sıcak ve pembe dudakları dudaklarımı örttüğünde, ellerim benden habersizce ensesini buldu. Onu kendime daha çok çekerken elleriyle omuzlarımı kavradı ve tek bacağını üzerimden diğer yanıma atarak kucağıma oturdu.
Tek eli omuzlarımdan bel boşluğuma kaydı. Tişörtümü kavradı ve mümkünmüş gibi beni kendisine çekti. Fakat oturan taraf ben olduğum için bunu beceremeyerek bana daha çok yanaştı.
Bir elimi saçlarına geçirdim ve diğer elimi beline koydum. Dudaklarımızı birkaç saniyeliğine ayırıp gözlerime onay istercesine baktı. İstekle dudaklarımızı tekrar birleştirdiğimde, eli tişörtümden içeri girip tenimi okşadı. Ürpermiştim ve bu ağzımdan uyuşuk bir inilti kaçmasına sebep oldu.
Dili, üst dudağıma değerek dilimi bulduğunda, kendimi koltukta iyice kaymış bir vaziyette bulmuştum. Üzerimdeki hakimiyeti giderek kendini belli ederken, elleri tişörtümün eteklerini buldu ve tek bir hamlede tişörtümü çıkarttı. Tişörtümü koltuğun arkasına bırakıp dudaklarını tekrar dudaklarıma örttü. Her hareketine uyum sağlıyordum. Şu an tek düşünebildiğim oydu. Ne kadar mükemmel olduğuydu.
Daha önce bunu hiç düşünmemiş ya da düşünmekten hep kaçmıştım. Ancak onu istiyordum. Onu fazlasıyla istiyordum.
Telefonum büyük bir gürültüyle çalmaya başladığında, bir saniyeliğine gözlerime baktı. Fakat, onu kendime çekelediğimde, o da benim gibi telefonu boşverdi ve öpüşünü daha da derinleştirdi.
Telefonum ısrarla çalmayı kestiğinde, bu kez zile basılmıştı. Amacım bunu da umursamamaktı ancak üst üste üçüncü kez zili duyduğumuzda, Julia hızla üzerimden kalktı ve saçını düzeltti. Ben de oturduğum yerden kalkıp tişörtümü giyinmiştim. Aynı anda dudaklarımıza uzanıp kuruladık. Julia ısrarla çalan kapıya doğru gittiğinde, ben de koltuktan düşen yastığı yerine yerleştirip onu takip ettim.
Kapıya ulaştığımda, o çoktan kapıyı açmıştı ve karşısında dikilen Matt'e tehditkar bakışlarını atıyordu.
"Matt, burada ne işin var?" diyerek kapı pervazına yaklaştığımda, Matt endişeli suratını suratıma çevirdi.
"Robyne!" diyerek telaşla konuştuğunda, anlamaz gözlerle ona baktım.
"Neler oluyor?" diye sordum aceletle.
Omuzlarımdan tuttu ve telaşla tekrar konuşmaya başladı.
"Robyne, üzgünüm." diye fısıldadığında, ellerimle omuzlarında olan ellerini ittirdim.
"Neler oluyor Matt!" diye bağırdığımda, yutkundu.
Önce ellerini cebine soktu ve sıkıntıyla sesli bir nefes aldı. Kafasını eğip olduğu yerde sallandı.
Gerçekten gergin olduğunda, genelde bunu yapardı. Nefes alır, kafasını yere eğer ve sallanırdı. Önemli bir şey vardı ve bu korkmama sebep oluyordu. Zaten bir sürü kötü şeyle boğuşurken, yenileri eklensin istemiyordum...
Aldığı nefesi hızla verip kafasını kaldırdı ve gözlerini gözlerimle buluşturdu. Bir adım daha atıp daha da yaklaştı ve cebinden çıkarttığı sol elini destek olmak istercesine sağ koluma koydu.
"Calvin şu an hastanede." diyerek açıklama yaptığında, birkaç saniyeliğine hiçbir şey hissedememiştim. Ne söylediğini algılayamıyordum. Sonrasında ise kulaklarım uğuldamaya ve başım dönmeye başlamıştı.
"Ne? Na...Nasıl?" diye konuşmaya çalıştığımda, beni kendine doğru çekti.
"Aşırı doz."
Ne yapacağımı bilemiyordum. Gözyaşlarım kendilerini yanaklarıma doğru bıraktıklarında, beynim uyuşmuştu.
Gerçekten aşırı doz mu almıştı yani? O asla aşırı doz almazdı. Bunu neden yapmıştı ki? Böyle olabileceğini biliyordu. O mantıklı birisiydi.
Beynimde dönen soruları halı altına süpürdüm ve bulanıklaşmış görüşüme aldırmadan Matt'e baktım. Suratını tam olarak seçemiyordum fakat umrumda değildi.
"Gidelim." diye konuştuğumda, kafasını salladı ve elini omzuma atarak yürümemi sağladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Lesbian Life
Novela Juvenil"Sen..." Sesim adeta hırlıyor, ateş saçıyordu. "...ne hakla..." Yürümeyi sürdürdüm. Bu onun ürkerek geri gitmesine sebep oluyordu. Gidecek yeri kalmadığında onu duvarla arama almıştım. Geri gitmek için çabalıyordu ancak bu yalnızca sırtının soğuk d...