Mantığım, kulaklarıma "Bunu yapma, doğru değil." diyordu. Ancak kalbim, "Ya şimdi, ya hiç." diye fısıldıyordu; "Ya şimdi duygularını açığa vurur ve herkesin görmesini sağlarsın, ya da hiç. Ya şimdi kendini ana bırakır ve Tanrı'nın seni cezalandırıp cezalandırmayacağını öğrenirsin, ya da hiçbir zaman bunu bilemez ve eksik yaşarsın."
Ben buydum işte. Bunun bir seçim olmadığını, tercih hakkımın olmadığını bildiğim halde doğru olup olmadığını sorguluyordum. Ancak, hemcinsimden etkilenmek elimde değildi. Kısacası, ben böyleydim. Tanrı beni böyle yaratmıştı. Belki beni sınıyordu, belki de ben kafamda kuruyordum. Belki bu dünyanın nimetlerine kendimi kaptırmamalıydım ama olmuyordu. Elimden bir şey gelmiyordu. Bu bir hastalık ya da bir tercih değildi. Sadece... böyleydim işte.
Dudakları dudaklarımı bulurken kalbim ağzımda atmaya, bedenim uyuşmaya başlamıştı. Dudakları aralanırken kendimi onun kollarında bulmuş, ellerim sırtını keşfe çıkmış, bacaklarım ise onun bacaklarına karışmıştı.
Alt dudağımı dişlediğinde boğazımdan kaçan inilti çoktan kulaklarına doğru yola çıkmış ve beni daha çok kendine çekmesini sağlamıştı. Dudağım uyuşmaya başlamıştı ve ne kadar kızardığını kestirebiliyordum.
Ellerini saçıma daldırdı ve yavaşça çekmeye, oynamaya başladı. Ben ise tişörtünün ucunda oyalanıyor, ne yapmam gerektiğini kestirmeye çalışıyordum.
Sanırım tecrübeli taraf oydu. Çünkü şu ana kadar hiç bir erkekler birlikte görmemiştim onu. Kızlarla da görmemiştim ancak ona asılan onca erkeği reddetmesi pek normal bir hareket değildi sanırım. Ya da ben öyle düşünüyordum.
Tek eliyle beni itip üstüme eğildiğinde, gerçekten de tecrübeli taraf olduğuna kanaat getirmiştim. Nefes almak için bir saniyeliğine benden ayrıldığında içime havayı adeta doldurmuş ve ensesinden tutup kendime çekmiştim. Daka önce bir çok erkekle öpüşmüştüm ancak hiçbirinde Julia'yla öpüştüğüm kadar heyecanlanmamıştım.
Bu büyülü anı bozabilecek bir ton şey sıralayabilirdim. Ancak bu bir telefon olmamalıydı.
Telefonumun melodisi odayı doldururken yavaşça ondan ayrılmış ve harika gözlerine bakmıştım. O ise gözlerini ellerine dikmiş, belli belirsiz gülümsüyordu.
O çok... güzeldi. Hala benimle nasıl ilgilendiği hakkında bir fikrim yoktu. Güzel sayılmazdım. Fazla kilolarım vardı. Ayrıca her türlü pisliği barındırdığımı biliyordu. Bizim gibileri onaylamayan bir dine inandığımı da biliyordu. Hoş, hem inanıp hem şu an burada bunları yapıyordum. Kendimle çelişiyordum.
Düşüncelerimden sıyrıldım ve telefonuma bakmayı akıl edebildim. Telefonda o ezbere bildiğim numarayı gördüğümde kalbim delicesine çarpmaya başlamış, yüzümde aptal bir gülümseme ve mutluluk oluşmuştu.
"Max."
"Bebeğim."
Max'in huzur dolu sesi kulağımı doldurduğunda, gözümden bir damla yaş kendini bırakmış ve halıyı ıslatmıştı.
"Tatlım, nerdesin? İyi misin? Kavga ettiğini duydum." sesim kırılıyordu. Julia yerinden kalkıp yanıma gelmiş elini omzuma koymuştu. Dikkatle ve şefkatle suratıma bakıyordu.
"İyiyim. Asıl sen iyi misin? Seni zor duruma soktum. Özür dilerim. Lanet olsun çok özür dilerim."
"Bebeğim sakin ol. Her şey yolunda. Seni oradan kurtaracağım tamam mı?" sesim bu sefer kırılmamış, kendinden emin çıkmıştı. Kardeşime güven vermeliydim.
"Nasıl?" diye sorduğunda sesindeki şaşkınlığı ve merakı sezebiliyordum. Ancak durumu telefonda konuşmak istemiyordum. Zaten geçici evlatlık işlemleri hemen yarın başlayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Lesbian Life
Teen Fiction"Sen..." Sesim adeta hırlıyor, ateş saçıyordu. "...ne hakla..." Yürümeyi sürdürdüm. Bu onun ürkerek geri gitmesine sebep oluyordu. Gidecek yeri kalmadığında onu duvarla arama almıştım. Geri gitmek için çabalıyordu ancak bu yalnızca sırtının soğuk d...