12. Bölüm

5.5K 132 8
                                    

Gözlerimi açtığımda, yoğun ışık gözlermi yakmıştı. Hala netleşmeyen görüntüye karşın, tek görebildiğim parlak ve bulanık beyaz ışıktan başka bir şey değidli. Bileğimdeki yoğun acı dikkatimi dağıtıyordu. Elimle bileğimi ovuşturdum ancak elime daha büyük bir acıdan başka bir şey geçmemişti. Ağzımdan kaçan acı dolu inilti yankı yaparken, doğrulmaya çalıştım.

Etrafımda göz gezdirdiğimde, her şey daha netti artık. Issız bir sokakta, bir sokak lambasının altındaydım. Kendimi, bakmaya üşendiğim kadar uzun binanın duvarına çektim. 

Bileğim bana engel olmak ister gibi yanıyordu. Sırtımı duvara yaslayabildiğimde, bileğimi kucağıma koydum. Morarmış bir bilekle karşılaşmayı ummuyordum. Şiddetli acı tekrar bileğimde gezinmeye başlayınca, tekrar acıyla inledim. 

Soğuk, vücudumu ısırıyordu. Ciğerlerim, keskin havayla kesiliyordu. Nefesimi zorla düzene soktum. Çok da kötü durumda değildim. Henüz ölmemiştim işte.  

Elimi sol cebime attım ve telefonumu çıkarttım. Cebimden düşen kağıdı umursamadan özensizce cebime geri tıktım ve tuş kilidimi açtım.

Matt'ten bir sürü cevapsız arama vardı. Bir kaç tane daha cevapsız arama vardı ancak şu an bakamayacak kadar meşguldüm sanırım, öyle değil mi? 

 Titreyen elime aldırmayarak Matt'in numarasını tuşladım ve telefonu kulağıma götürdüm.

"Alo, Rob nerdesin? Neden aramalarıma cevap vermedin? Lanet olsun annemle meraktan delirdik."

Nihayet sustuğunda, derin bir nefes aldım. Konuşmak için ağzımı açtım ancak sesimin çıkabileceğinden şüpheliydim. Kendimi o kadar bitkin hissediyordum ki, tek ihtiyacım biraz uyku ve rahat bir yatak idi.

"Matt..."

Kontrolsüz ve titrek çıkan sesime aldırmayarak derin bir nefes daha aldım.

"Robyne, iyi misin? Nerdesin sen?"

Telefonun diğer ucundan telaşla yükselen sese yüzümü buruşturdum. Bu bile başıma kramplar saplanmasına sebep oluyordu. Beynime milyonlarca iğne batırılıyormuş gibi hissediyordum.

"Matt, ben sizin eve giden ara sokaklardan birindeyim..." nefesim sanki bana inat hızla tükeniyordu. Sürekli nefes alma ihtiyacı duyuyordum ve bu soğuk havayla daha çok etkileşimde bulunmama sebep oluyordu. Ciğerlerim artık soğukla uyuşmuş gibiydi. "...Tam olarak nerdeyim bilmiyorum. Beni alman lazım." 

Durumu ayrıntısız olarak izah ettiğimde, telefon telaşla kapandı.

Biraz olsun rahatlamanın verdiği tepkiyle derin bir nefes aldım ve sesli bir şekilde geri verdim. 

Deli gibi titremeye başlamıştım. Şu ana kadar yaşadığım karmaşıklık belli ki korkmama engel olmuştu ancak şu an korkudan bayılacakmış gibi hissetmeye başlamıştım.

Issız bir sokakta gecenin bir yarısı tek başıma oturuyordum. Üstelik hırpalanmış ve savunmasız bir biçimde. Kafamda bana neden bunun yapıldığına dair bir ton soru dönüyordu ancak hiç birini bir sonuca bağlayamıyordum.  Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştım ki. 

Beynim düşüncelerim yüzünden daha da ağrımaya başladı. Bunları düşünmeyi ertelemeye karar vermiştim ancak o zaman başka bir gerçekle baş başa kalmıştım;artık vücut ısımın giderek hızlı düştüğünü hissedebiliyordum. Bu vücudumun giderek hissizleşmesine neden oluyordu.

Zihnim bulanmaya başladığında artık pes etmeye meyillenmiştim. Uykum gelmişti ve göz kapaklarım bu işkenceye daha fazla dayanamıyordu. Çabalamanın bir anlamı olmadığına karar verdim ve yenilgiyi kabul ederek gözlerimi yumdum.

 Keskin bir acıyla gözlerimi araladığımda, elim istemsizce bileğime gitmişti. Bileğim hala acıyordu ancak elimin tenim yerine bir kumaşa değmiş olması, afallamama neden olmuştu. Gözlerimi tamamen araladım ve beyaz bir tavanla karşılaştım. Sağlam olan elimle yumuşak zeminden destek alarak kalktığımda, bildiğim bir yerde olmanın verdiği rahatlıkla nefesimi düzene soktum.

Matt'in odasındaydım.

Gözlerimi etrafta gezdirip Matt'i bulamayınca, sırtımı yatağın bitişiğindeki duvara yasladım ve dikkatımı bileğime verdim. Beceriklice sarılmıştı.

Nazikçe açılan kapıya döndüğümde, odaya Matt'in girdiğini görerek gülümsemeye çalışmıştım.

"Hey, iyi misin?" diyerek yanıma oturmuş ve beni kendine çekmişti. 

Başıma göğsüne yasladığında, kafamı evet anlamında salladım. 

Beni kendinden uzaklaştırdı ve çenemi eliyle tutup yüzüne bakmamı sağladı.

"Ne oldu?"

Bilmiyordum. Ne olduğunu gerçekten bilmiyordum ve bu beni delirtiyordu. 

Birden aklıma Max ve yaşadıkları geldi...

Beynimde şimşekler çakmaya başlamıştı. Tanrım! Max'i rahatsız eden adamlar, ailemin borcu olan adamlar! Tom bana bundan bahsetmişti. 

Bu yüzden olmalıydı. Başka bir açıklaması olamazdı. 

"Ne oldu Robyne?" 

Israrla bu soruyu soran Matt'e dalgınca baktım.

"Tanrım, ailemin alacaklıları."

Bir şey anlamayarak suratıma bakıyordu yalnızca. Anlamaması normaldi de.

"Ne diyorsun sen?"

"Soru sormayı kes!" diyerek cırladığımda, şaşkınlıkla kaşlarını çattı. 

Bedenimde dolaşan acı dalgalarını umursamayarak tek hamlede ayağa fırladım. Cebime uzandım ve dün cebime tıkıştırdığım kağıdı çıkarıp hızla ve beceriksizce açtım. Tahmin ettiğim gibi, dün cebime konan bir şeydi bu. Bunu cebime onlar koymuştu.

Bana dokunmuş olmaları ürpermeme sebep oluyordu. Ben baygınken bana dokunmuşlardı!

Gözlerimi kağıtta yazanlara sabitledim. "PARAMI İSTİYORUM KÜÇÜK KIZ."

Korkuyordum, çok fazla.

A Lesbian LifeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin