Muhafız

221 69 151
                                    

Tuzlu yaşlarla yanmış yüzünü elinin dışı ile sildi. Acıdan ağlamak canını sıkıyordu. 'Mızmız bir çocuk gibi' diye düşündü kendi kendine. Bitmek bilmez çınlama öylesine canını yakıyordu ki kendine engel olamıyordu.

Aslında ses kendini bildi bileli oradaydı. Başlarda hiç de gaddar değildi. Bazen belirginleşir bazen kaybolurdu. Henüz üç yaşında bir kız çocuğu iken arkalarında koca bir aile bırakıp, sesin kaynağı bulmak için yola düşmüşlerdi.

Yatakta doğrulmak için çabaladı. Sırtını duvara yasladı. Ağrıyan başını iki avcunun arasına aldı. Hava sıcak mı soğuk mu anlayamıyordu? Aynı anda hem üşüyor hem yanıyordu.

"Yalvarırım sus artık." dedi inlercesine, acıyla. Zamanı anlamdırmak için, yatağın yanındaki kalın siyah perdeyi araladı. Gün yerini çoktan geceye bırakmıştı. Ağabeyi ise hala dönmemişti.

Ses başlarda yalnızca silik bir uğultu gibiydi. Bu diyara ayak bastıklarında daha belirgin hale gelmişti ama günlük hayatını etkilemiyordu. Son bir kaç günde ses güçlendi, dün geceden itibarense dayanılmaz bir hal aldı.

Gözlerini sıkıca yumdu. Uykuya dalabilmeyi umarak hayaller kurmaya çalıştı.

Çok küçük olmasına rağmen yolculuğa başladığı günü hatırlıyordu. O, ağabeyi ve ağabeyinin sağdık muhafızı o kadın...  Halbuki Levi uzun uzun anlatmıştı. Bu yolculuğun nereye varacağını bilmediklerini, belki de hiçbir zaman geri dönmeyeceklerini...

"İşte tam da bu yüzden sizinle gelmem gerekiyor." demişti kadın eşsiz gülümsemesi ile "Geri dönmeyecekseniz, burada kalmamın bir anlamı yok."

Güzel kadın aklına geldiğinde yüzüne bir gülümseme yayıldı. Güzeldi, zekiydi, cesurdu. Ama bir zindanda doğmuştu. Başka bir anadan doğmuş olsaydı, uğrana canlar alınır, canlar verilir, sayısız şiire şarkıya ilham olurdu. Ancak kadının tek kusuru bu da değildi. Fazla özveriliydi. Fedekardı.

"Bu yüzden ben bugün hayattayım, sense değilsin." dedi genç kız, acıyla. Gözleri yeniden dolmaya başladığında kendini yatağa bıraktı.

Bu sabah itibariyle yalnızca sesle değil, kendine ait olmayan anılarla da boğuşuyordu. Ağabeyi yalan söylüyordu. Sesin kaynağını bulduklarında bu eziyet güya bitecekti. Doğru değildi. Sesin bir kaynağı yoktu. Yalnızca genç kız yavaş yavaş deliriyordu. Olan buydu, emindi.

Uykuyla uyanıklık arasındaki o yerde, odanın kapısı hafifce aralandı. Gelenin kim olduğunu anlamak için gözlerini açmasına gerek yoktu.

Sıcak el saçlarında gezindi.

"Aliza" diye fısıldadı adam. "Uyuyor musun?"

Islak gözlerini gizlemek için cevap vermedi genç kız. Adam sözlerine devam etti.

"Çok az kaldı. Sadece biraz daha sabret." sesi acı doluydu. Saçlarına değen sevgi dolu öpücüğü hissetti genç kız.

Uykuya yeniden dalmadan evvel duyduğu son şey yavaşça kapanan kapının sesiydi.

...

"O" dedi Renya, cümlesini tamalamak için bir süre bekledi. "Biliyor mu?"

"O benim karım. Tabii ki biliyor Reny." dedi genç adam gülümseyerek. "Yaklaşan savaşı da..." gözlerinde bir gölge dolanmıştı. "Neden savaşmak zorunda olduğumu artık biliyorsunuz. Haklısınız belki de feylere karşı bir sorumluluğum yok. Yer kavmine de öyle... Ama evlatlarım için daha huzurlu bir gelecek kurmak zorundayım. Onları Gaya'ya götürmek zorundayım." sözleri cesaret doluydu.

"Onları Gaya'ya götüreceğiz Shantan." dedi Renya, aynı cesaret ile. Sonra ayağa kalktı. "Avril'e selamımı ilet." diyerek yola koyuldu.

Karanlık ormanda bir ışık arayarak yürüdü. Ne kadar zamandır yürüdüğünü dahi bilmiyordu.

ZERO: Buz ve Su sıfırda buluşur.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin