Bölüm 29; Korkma, Cesur Ol!

62 6 114
                                    


Korkak gibi kaçanların yüzleri yoktur geri adım atmaya. Fakat kestanelerden akan yağmur damlaları düştüyse kâğıtlara, korkaklar başlar kalem tutmaya...

| Korkma, cesur ol! |

Panolarına acemi ellerin, minik usta zihinlerinin değdiği çalışmaların ve süslerin asıldığı; sıralarının üstlerinde renk renk kalemlerin, su şişelerinin olduğu sınıf ışıklarla aydınlıktı. İkili ikili oturan öğrencilerin parmakları, henüz bir fidan olup rüzgârın kuvvetine güç yetiremeyen kavaklar gibi bir o yana bir bu yana savruluyordu. Hepsinin tek bir amacı vardı ki o da aslında hiç de mühim olmayan bir sorudan ibaretti. Onlarsa bu sorunun cevabı için kan ter dökmeye razıydılar. Hevesleri doruklarda, elleri havadaydı ve bakmaya doyamadığım içleri gülen gözler, gözlerimin içine bakıyordu.

Minik zihinler, öylesine heyecanlı öylesine hevesliydiler. Hiçbiri yanaklarının kızardığını, kaldırdıkları kollarını söz hakkını alabilmek için salladığını fark edemiyordu. Önce koridorları sonrasındaysa tüm sınıfları sarsan teneffüs zili onları daldıkları amaçtan uyandırıncaya kadar da fark etmediler. Zilin çaldığını duyar duymaz sıralarından ellerine aldıkları defterlerini bana uzatarak koşmaya başladılar. Saniyeler içerisinde, defterini yüzüme doğru tutan öğrencilerle çevriliydi etrafım.

Hep bir ağızdan konuşuyorlar, cevap bu mu diye sordukları gibi aynı anda kendi aralarında da kimin cevabı doğru onu tartışıyorlardı. Neredeyse hepsinin gözleri, yanında kendi cevabını savunan arkadaşı ve dudaklarım arasından çıkacak cevap için yüzüm arasında mekik dokuyordu.

Bana artık olağandışı gelmeyen bu tavırları, her zamanki gibi gülümseyerek karşıladım. Cevabı derste söyleyeceğimi ummadıklarından onlara bunu söylediğimde hayal kırıklığına uğramadı değiller, yine de kabullenmeleri ve defterleri sıralara bırakarak sınıftan çıkmaları uzun sürmedi.

Birkaçıyla beraber ben de sınıftan çıktım, koridordaki o eşsiz uğultuyu dinleyerek öğretmenler odasına yol aldım. Bu esnada içimde bir uğultunun nasıl oluyor da eşsiz sıfatını alabildiğini tartışıyordum. Her seferinde aklımdaki diğer düşüncelere uyup sıraya giren bu düşünce, vakit ona geldiğinde aynı cevabı alıyordu: Çocukların dünyasını bilen her kimse, bir yetişkin olsun olmasın, bu tanıdık dünyanın diğerlerinden farklı olduğunu kavrayabilirdi. Bu dünyada bağırmak yetişkinlerinkiyle aynı görevde değil, civardaki herkesin neşeye ortak olmasının çağırısıydı, heyecandı. Bu dünyada koşturmak yetişkinlerin basit ve alışılmış dünyasındaki gibi yalnızca iş için değil, eğlencenin zirveye taşınması için gerekli olan istem dışı bir eylemdi. Çocukların her eyleminin farklı olduğu gibi uğultuları da bu yüzden farklıydı...

Sorular ve cevapları zihnimde arka arkaya gelirken ben de çoktan öğretmenler odasına gelmiştim. Kapıyı açıp içeri girince dışarıdakinden farklı bir uğultu çalındı kulağıma. Bunun içinde bana selam veren meslektaşlarımın sesleri de vardı.

Beni görür görmez yanlarına sandalye çeken gruba katılmaya karar vererek bana ayırdıkları sandalyeye kuruldum hemen. O esnada kendine çay alan bir öğretmenin de önüme bir bardak çay uzatmasıyla artık içinde bulunduğum guruptan eksik kalır bir yanım yoktu.

Derslerden yahut öğrencilerden bahsetmediklerinden onlara sohbetlerinde eşlik etmeyeceğimi ve sadece yanlarında bir balmumu heykeli gibi oturacağımı düşünüyorlardı. Uzun bir zamandan sonra sohbetlerine eşlik etmem onları şaşırtmıştı. Zira onlara bu tür konularda katılmaz sadece dinlerdim. Müdahale ettiğim çok nadirdi.

Balkon Mektupları [ Final ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin