Kulak vermeyin seslerime, mırıldandığım şarkılardan uzaktır. Şarkı mırıldansanız demeyin, yüreğinizde notaların en güzelleri yayılıyorken çevreye notalarım ancak nefeslerimin yetmediği ıslıklardır...
|Yüreğinden Gelen Ses |
Piyanonun kısık sesli notaları, perdeleri sonuna kadar açık olsa dahi karanlık olan odanın boğuk havasına matem katıyordu. Bu notalı ses ve duvar saatinin baskın tik takları dışında ev sessizdi. Yarıya kadar açık pencereden içeriye iç ürperten, soğuk bir rüzgâr sızıyor, perdeyi havalandırıyordu.
Salondaki her şey rahatsız edici düzeyde her zamanki yerlerindeydiler. Onların yerlerini değiştirecek kimse olmadığından olsa gerekti... Yalnız salondaki sabit düzene aykırı birkaç şey yok değildi: Kapı kenarına bırakılan kadife haki sırt çantası, üçlü koltuğun tam ortasına oturan dağınık bakışlı bir öğretmen...
Siz... Siz hanımefendi, ömrümün yettiği kadarıyla gördüğüm en iyi öğretmensiniz.
Yuvasından, annesinde babasından, kendinden, Güneş'ten uzakta, içindeki kız çocuğuna yakın bir öğretmen; ben... Benim tabii ya o! Bu sessiz evde başka kim olabilirdi, kimin bakışları dağınık olabilirdi? Bu düzeni hep aynı salonda, boş olan koltuklara, sandalyelere kimin gözleri zikzak çizmeye inat hâlde defalarca kez dolaşabilirdi...
Bacaklarımın iki yanına koyduğum elimle, koltukların kumaşını hissettiğim her zaman dilimi bu düşüncelerin ortasına düşüvermişken başka ne yapılabilirdi hem? Hem zaten bu yeterlilik ifadeleriyle biten düşüncelerden başka, bir de bunu düşünmek zaman kaybından başka hiçbir şey değil.
Koltuktan doğrularak volta atmaya başlarken amacım kesinlikle her bir geri dönüşte bir adım eksik atarak pencereye yanaşmak değildi. Düşüncelerim gibi, düşünceler arasında gerçekleştirdiğim eylemler de amacından sapıyordu. Üşüyen bedenim yarı açık pencereye yaklaşırken onu kapatmalı, sonuna kadar açmamalıydı mesela...
Pencerenin dibinden dışarıya bakınırken ilk günleri düşündüm. Aldığım ilk mektupları ve onlara bakınırken neler hissettiğimi... Korkmayı ve endişelenmeyi bıraktığım ilk anlardaki duygularımı aradım, buldum da. Kesinlikle şimdiki gibi hissetmemiştim. Kendini mahrem tutup, sadece aynı Güneş gibi arkadaşlık yapmak isteyen birinin satırlarından hareketlenip yüreğe dokunan lacivert sözcükleri içimi ısıtmıştı.
Memleketi dışında olup buralarda da meyve vereceğine dair olan hiç umut bırakmayan portakal ağacının kokularını simgeleştirip şemendiferleri birlikte seyretmeyi değil de birlikte fakat farklı yerlerde saymayı vadeden birinin varlığının benimle bağlantı kurması beni aynı o portakal ağacı gibi hissettirmişti. Uzaklarda ama yalnız değil, yanın da bir kayısı ağacı, aralarında biraz mesafe var. Fakat çiçeklerinin polenleri birbirine karışıyor, aynı akşamsefaları gibi...
Bu düşüncelerin arasına sızan, tanıklığı lacivert bir gökyüzü gibi duran satırlar da var:
Günbatımını bir kez olsun gündoğumuyla bir tuttunuz mu? Sizden epey uzaktan olan annenizle konuşurken sırf o üzülmesin diye tuttuğunuz gözyaşlarınızı bırakmayı denediniz mi?
Aklıma sızan lacivertlikler, beni pencerenin önünden ayrılıp koltuğun üzerinde duran telefonun yanına ilerlemeye itti. Buz kesen ellerim telefonu kavradı, parmaklarım annemi arayan tuşlara gitti.
Kulağıma dayadığım telefondan tekrarlanan birkaç sesten sonra annemin sesi geldi. Yavrum, dedi saniyeler içinden özlemle dolan sesiyle. Nasıl olduğumu, öğrencilerimi, evimi, Macide Teyze'yi sordu, hepsine de cevap aldı. Onun ve babamın nasıl olduğunu sormama izin verdi. Baban birkaç gündür daha iyi, dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Balkon Mektupları [ Final ]
Storie d'amore" Eğer elimde olsaydı, sizin için günbatımını sonsuz kılardım. "