Bölüm 38: Nasıl?

49 3 28
                                    

         Her şey için çok geç olabilir diye, açmadım yağmur damlalarına şemsiye. Islandım. Bir daha gündoğumunu izleyemem diye, uyumadım bu gece. Hayatı tattım. Ve göremem sizi bir daha diye, bir adım daha attım.

| Nasıl?|

Rüzgâr sakince ağaç dallarını sallandırıyordu, ben elimi çeneme yaslamış dışarıyı seyrederken. İçinde hiçbir heyecan, hüzün veya herhangi başka bir duygu barındırmayan gözlerim kan çanağına dönmüştü muhtemelen. Fakat ben masaya dayadığım dirseğimin aynı pozisyonda durmasından ötürü acımasını umursamadığım gibi bunu da umursamıyordum.

Garip bir boşluktaydım sanki hiçbir şey hissetmiyordum. Ağaçların açtığı bahar çiçekleri kokularını salıyor, onların kokusu burnuma geliyor fakat ben her zaman yaptığım gibi bu kokuyu gözlerimi kapatıp içime derin derin çekmiyordum. Birkaç kuş ötüşü duyuyor, kuşların yakın ağaçların birinde mi olup olmadığını anlamak için karanlığa rağmen ağaç dallarına bakmaya çalışmıyordum. Ağaçlar şimdi benim için kuşların yuvası değil, serin rüzgârın hareketlendirdiği bitkilerden ibaretti.

Tüm bu garipliğe rağmen asla yadırgamadığım bir şeyler oluyordu kafamda: Macide Teyze'nin anlattığı tüm yaşanmışlıklar ve acı hâl yineleniyordu zihnimde. Ara sıra bunlardan da kopuyor ve neden onu yalnız bırakıp evime geldiğimi hatırlamaya çalışıyordum. Sonrasında ise kadının beni evime yolcu etmekte ısrar edip yalnız kalmak istediğini anımsıyordum. Belki yasını tutmak için yalnızlık istiyordu, belki gözyaşlarını daha rahat bırakabilmek için...

Sebebi her ne olursa olsun yalnızlık istemişti kadın ve o zaten yeterince yalnızdı. Yeterince yalnız olan bir insan daha ne kadar yalnız olabilirdi ki? Yoksa değil miydi?

Değildi tabii, bakmaya bile kıyamadığı bir torunu vardı. Fakat o da kendi çapında haklı sebeplerle kadını yanında istemiyordu. Belki o da kadının istediğinden istiyordu. Yalnızlık, yalnızlık, yalnızlık...

Fakat bunun yalnızlık olmadığı düşünmüştüm az önce. Çünkü kimse yalnız olmayı hak etmez, farklı bir mertebedir bu. Yani ikisinin de istediği, kendi kafalarındaki çığlık çığlığa olan düşüncelerle baş başa kalabilecekleri, o sesleri daha rahat duyabilecekleri bir sessizlik. Yalnızlık değil.

***

| Altan |

Aynaya baktığında üzerine üşüşen hüznü umursamamaya çalıştı. Gözlerine baktı, biraz olsun umutlandırmaya çalıştı kendini. Oysa yerinde artık yeller esen saçlarına bakındığında, böyle bir çabanın yersiz olduğunu anladı. Umut onun için geri dönüşü olmayan bir biletten farksızdı, gelmeyecekti.

İçine artık daha fazla umut dolmayacağını söylüyor olsa da günle beraber içinde bir pişmanlık hissi doğunca bu pişmanlığı giderebilmek için bir adım atmıştı. Belki de bu adım, onun doğamayacağını zannettiği umuduydu.

İnsanın içinde bazen tüm planlarına ters düşen şeyler beliriverirdi. Tüm kararların değişmesine, haritaların yollarında sapaklar oluşmasına sebep olan ve kişinin dünyasını tepetaklak yapan şeyler... İşte genç adamın içine düşen birkaç şey, eline sabahın en erken saatlerinde kalem tutuşturmuştu.

Zor nefeslerin arasından okuduğu bir kitap mı ilham olmuştu ona bilinmez ama yazmıştı. Dolu dolu ve tereddütsüz değildi fakat bazı zamanlardan çok daha hızlı, acı çekmeden, elleri titremeden...

Şimdi ayna karşısında kısaltılmış, bazı bölgelerinde dökülmelerden kaynaklanan boşluklar olan saçlarına bakarken görüntüsü göz merceklerinin alanına dâhil olan iki farklı zarf vardı ellerini yasladığı mermerin üstünde. Biri maziye çiviyle sabitleştirilmiş gibi keskindi, soluk kahverengiydi. Diğerindeyse ortadan ikiye özenle kesilmiş iki zarfın parçaları bantla yeni bir zarfa dönüşmüştü.

Balkon Mektupları [ Final ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin