Bölüm 34: Benzediğimi Zannettiğim Yaprak

45 6 107
                                    

Nereye savruldum ben? Ne kadar uzaktayım gerçeklikten ve ne kadar uzaktayım günbatımından?

| Benzediğimi Zannettiğim Yaprak|

-Altan-

Açık pencereyi kapatan perdeyi de aşarak odaya dağılan hoş kokuyu içine çekmeye çalıştı. Fakat bu her zamankinden çok daha zor oldu. Bir öksürük krizinin daha başlayacağını hissetti. Üstüne örttüğü battaniyenin yere düşüp de süründüğü kısımda bir peçete rulosu olacaktı, ona uzanmaya yeltendi fakat daha ruloyu eline alamadan öksürük krizi başladı.

Öylesine hiddetle sarsıldı ki her geçen gün daha da zayıflayıp güçten düşen bedeninin bunu kaldıramayacağını zannetti bir an için. Rulodan koparmayı başardığı peçeteyi ağzına tutarken hissettiği kan tadı acıyan boğazına bir yük daha ekledi. Peçete de kan olmuştu, kadın gelmeden koltuğun dibinde biriken kanlı peçeteleri çöpe atmalıydı.

Buna dermanı var mıydı, kendisi de pek bilmiyordu. Ayakta bile duramıyordu, nefes alamıyor, her şeyin üstüne üstüne geldiğini hissediyordu. Uyumak ve tüm berbat hislerden uzaklaşmak geçiyordu içinden ama uyku sırasında boğazında hissettiği gıdıklanmalar ve nefessiz kalışlar uykuyu da cehennem kılıyordu. Tek sebep bu değildi:

Rüyalarında gördüğü saksıların, portakal ağacının, kestane rengi badem gözlerin "Sen bir yalancısın", diye haykırması ve onu köşeye sıkıştırıyor olması, öksürük krizlerinden de beterdi.

Genç adamın sadece bedeni değil ruhu da batıyordu en dibe, asla batmayacağına inanılan Titanik gibi...

Ne yapmıştı da geliyordu tüm bunlar başına? Ne günah işlemişti ki? Hem sadece bu da değildi hayatının tek sorunu. Seneler önce de tüm dalları kırılmıştı. Tüm bu yaşadıklarına bu illet eklenmese olmaz mıydı?

İsyan etmeye başladığını anladığı ilk vakit düşüncelerini ötelere savurmaya çalıştı. Tüm gün sadece koltukta yatıyor olduğumdan geliyor bu düşünceler, diye avuttu kendini. Yeniden tüm direncini toplayarak doğruldu yattığı yerde.

Çıplak ve kemikli ayaklarına gitti gözleri. Hayır, ayaklarına değil ayaklarının dibindeki peçetelere. Eğilip hepsini bir araya getirdi ve gördüğü takdirde hüzünlü gözlerine yaşlar eklenecek kadının görme ihtimalini ortadan kaldırmak üzere mutfağa yöneldi.

Evin içinde bile yürümek zordu artık ona. Bacakları taşıyamıyordu bedenini, ah bir de düşünceleri ekleniyordu bacaklarına yük olarak. Her şey daha da zorlaşıyordu.

Zor bela mutfağa gelince bulduğu ilk poşete tıktı elindekileri, poşeti iyice düğümledi ve geldiği odaya geri döndü. Poşeti dışarı çıkarıp atmayacak kadar yorgun ve hâlsizdi. Bu hâlsizliği düşünce aklına, hemen ardından en son ne zaman dışarı çıktığını hatırlamaya çalıştı. Yok, bilemiyordu. Bahar başlamadan olsa gerekti ama baharın hangi öncesi kestiremiyordu.

Çıkmamak belli bir zaman kadar onu tercihiydi. İnsanların onu görüp de yüzüne tuhafça bakmasını, yanına gelmeye çalışmalarını anlayışla karşılamaya çalışsa da artık tahammül sınırının üstünde buluyordu. Zaten bir de onunla karşılaşma durumu vardı, küçücük mahallede nasıl oluyor da bu kadar dip dibeyken çok nadir denk gelmişlerdi anlayamıyordu. Ya kendisinin köşe bucak kaçmasında ya da onun böylesine ince ruhlu olup didikleme ihtimali varken anlayışla karşılamasından...

Güneşe âşık kadının sadece bir kez kendisini görme çabalarına tanık olmuştu, bir kez. O seferde de onu şüphelendiren kendisiydi, hissetmişti zaten kadının eve çıkar çıkmaz arka balkonuna koşup ağaca bakacağını. Bunu bile bile ağacın yanına gitmişti, kadının sırtına bakan gözlerini sanki kendi toprak rengi gözlerine bakıyormuş gibi hayal etmişti.

Balkon Mektupları [ Final ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin