Bölüm 22; İçime Düşen Korlar, Alevler

75 6 104
                                    


Veda etseydim yırtılırdı sayfalar. Kelimeleri işledim ilmek ilmek sizi taklit ederek. Gözlerim önünde solun istemedim, siz bir akşamsefasısınız; güneş battıktan sonra da bir yaşamın olduğunun kanıtısınız.

| İçime Düşen Korlar, Alevler|

Bedenim cenin pozisyonunda, uzuvlarımın bir arada olmasıyla beni titreten soğuğun etkisini yitireceği umudunu taşıyor. Başım, karnıma doğru bükülen bacaklarıma eğilmiş durumda. Üşüyorum, öyle üşüyorum ki doğrulup bu soğukluğun kaynağını engellemek bile çok zor geliyor. Sanki biraz da korku var içimde, bırakırsam bir daha yakalayabilir miyim bu sıcaklığı?

Kollarımla kendi bedenimi sarmam bile titrememe çare değil. Bu soğukluğa ket vurmak gerek ama yerimden doğrulamayacak kadar üşüyorum. Yattığım yerdeki o ufak sıcaklığı bile bırakmak bana müthiş zor geliyor.

Bu durumdan gözlerim de etkileniyormuş gibi çocukça bir endişe ile gözlerimi de kapalı tutup açmıyorum. Üstelik gözlerimi açıp soğukluğun nereden geliyor olduğuna bakmaya yeltenmek düşüncesinde dahi sıkı sıkı bastırıyorum göz kapaklarımı.

Gözlerimi açmak için bir savaş veriyorum, açmaya niyetliyim. Bazı savaşlar böyle olur, kaybeden herkese kazandırır...

Galip geldim ve gözlerimi açtığımda içeri süzülen turuncu ışıkla loşlaşan odayla karşılaştım. Uzandığım koltuktan doğrulmak tahmin ettiğim kadar zor olmadı.

Etrafta gözlerimi gezdirdim birkaç saniyeliğine. Balkonun kapısını açık bırakmıştım, akşamın bastıran soğuğu evin içine işlemişti.

Koltuktan kalkıp balkonun rüzgârla havalanan perdesini aştım ve balkona girdim. Beklerken uyuyakaldığım turuncu zarf için saksılara yöneldim. Bedenim saksının önünde, gözlerim yeşil yaprakların sardığı çiçeklerde ve benim beklerken, elimde olmadan uykuya sığındığım mektubum orada değil.

Turuncu olacağına emin olduğum zarfın saksıdaki yokluğu bende derince bir etki yarattı. Saksıdan kaldırdım başımı, ıslık çalan rüzgârın şarkısıyla dans eden otlara baktım. Güneş, ortalıktan çekilmişti yalnız hafif etkisi ufukta son pozlarını veriyor olmalıydı. Buna rağmen dostumu göremiyordum, aynı otların dansını taklit etme çabası nedeniyle aşağıya düşmüş olabileceğini düşündüğüm zarfımı göremediğim gibi...

İçime oturan hüzün portakal ağacının yeşillerinden arındığı dallarından birine takılan gözlerimle arttı. Sarı zarf ıslanmasın diye içine koyduğum föyle öylece duruyordu dalda. Beyefendi mektubu alırken zorlanmasın diye kördüğüm yapmadığım ipler, sanki o an düğümlendi. İçimdeki kız çocuğunun kalbinde oldu bu olay yalnız, kızın kalbi bu düğümü kaldıramayacak kadar küçüktü üstelik. Bu sonbaharın herkes için sıradan ama benim için şiddetli fırtınaların koptuğu gününde...

Sarı zarf orada, turuncusu ortalıkta yok. Çığlıklar kopar kalpte, sessiz bir feryat kadar gürültülü. Akşam serin zaten, lüzumu var mıydı düşünceleri üşütmenin?

Titremesi artan bedenim ancak bir çizgi dizide olabilecek iyi bir hayalet gibi çıktı balkondan. Balkonun kapısını kapatıp kapatmadığımı bile bilmiyordum. Çekmecelerin birinden çıkardığım el fenerini alarak daire kapısından çıktım.

Elimdeki anahtarı kapının önüne koyup feneri daha sıkı sardım parmaklarımla. Merdiven adımlarını şaşırdığım bir karalılıkla inerken sanki az önce dalda sallanan sarı zarfı gören ben değilmişim gibiydi. O anda hissettiğim duygu kısa sürmüştü, ben şimdi bir umuda tutunup elimde bir fenerle dışarı çıkıyordum. Kıyafetlerim bile karalılığımdan nasibini aldığından üşümeme meyil verecek incelikteydi.

Binanın kokusunu yitirip ayaz ve uzaklardan gelen tarifsiz kokuya ulaştığımda ilk durdum, derince bir soluk aldım. Turuncu sokak ışıkları tarafından aydınlanan sokak, bir de pencerelerden dışarıya verilen evlerin ışıklarına rağbet görüyordu. İnsanlar evlerindeydi, dışarıdan kıyamet kopsa dahi. İnsanlar habersizdi şimdi, içimdeki kız çocuğunun zincirlerinden...

Adımlarım arka tarafa yönelince elimdeki feneri açtım. Sokak lambaları ağaç diplerine yeteri kadar ulaşamadığından feneri ağaçların altına, çalılık diplerine tuttum. Turuncu zarfın saksılarımdan buralara savrulmuş olabileceğini düşünüyordum. Oysa sarı zarfın dalda duran varlığı umuduma zehir atıp ağır ağır çürütüyordu da benim bunu düşünmeye halim yoktu belki de.

Portakal ağacına ilerledim, sarı zarf esen rüzgâr ile ileri geri sallanıyordu. Soğuktan yahut başka bir sebepten titreyen bedenime yapıştırdığım kolumu uzatıp zarfın sallanmasına engel oldum.

Biliyordum ki eğer turuncu zarf düşmüş olsaydı bile şuan ellerim arasında tuttuğum zarf burada olmazdı. Beyefendi zarfı alırdı elbet; almadığına göre turuncu bir tren de uğramamıştı balkondaki durağa...

Zarfı ellerim arasından ipin dizginlerine bırakırken artık dışarıdaki ufak tefek seslere kapanmıştı işitme yeteneğim. Ne otların hışırtıları, ne de ıslıklar, yalnız ve yalnız içimdekinin kalp zeminine düşen gözyaşlarının sesi...

Düşünüyordum bu yaşların arasında, henüz kızın gözyaşlarına eşlik edecek kadar kırmamıştım umut dallarını kanımca. Lakin Beyefendi'ye karşı bir kırıklığım oluşmuştu, bunu engellemek mümkün değildi. İnsan zeki ve hafızası güçlü bir varlıktır. Kolay kolay unutmaz ya hani unuttuğunu zannetse bile içine işlemiştir geçmiş. Şimdi, ben kırgınlığımı unutsam bile bir gün gelir kapımı çalar elbet.

Tüm bunların arasında içimden de soruyorum elbet. Böyle mi olacaktı Beyefendi? Bir kez olsun o çok sevdiğim çatı altında göz göze geldik diye, bana bu fırsatı verdiniz diye yasak mı edecektiniz trenleri? Saksılarda yolculuklarını bekleyen kelimeler, heceler ne olacak ya? Ah Beyefendi, ah! Neler düşündürdüğünüzden bir haber misinizdir şimdi? Yoksa kıyıda köşede bir yerlerde yapmaya engel olamadığınızı bildiğim şekilde beni mi izlersiniz?

Bencillik de etmenin lüzumu yok Beyefendi... Ya size bir şey olduysa? Ya sıhhatiniz yerinde değilse?

Düşüceler arasında bir o yana bir bu yana gidip gelirken endişe içinde de kıvranıyordum. Hava soğuk, karanlık ve uğultuluydu. Bense bu soğuklukta içime düşen korla mücadele etmeye çalışıyordum. Bir şey olduysa diyordum, ne fena! Yardıma da ihtiyacı varsa...

İçime düşen korlar, alevler nasıl yakıyordu beni! Dışımıysa dur durak bilmeyen bir titreme almıştı. Olduğum yerde kıvranıyordum, olduğum yerde korkuyla, endişeyle ölüp ölüp diriliyordum. Yalnızdım, dostum yoktu. O akşamki efkârım ne çeşit duygularla harmanlanıp çığ gibi büyüyordu! Korku desen, hüzün, öfke, endişe desen... Oysa başkasının derdini bilmeyen kendisininki dert zannedermiş. Çok sonraları öğrendim. Geç olmuştu, güç olmuştu.

Bölüm Sonu.

[ ] Gecikme sebebini bildiğiniz bölüm hakkında neler düşünürsünüz? Zaten bunun olacağı belliydi diyen var mıdır aranızda ki vardı muhtemelen. Bölüm sonu paragraflarında bahsettiğim olay bu mudur? Düşünce ve sorularınızı lütfen iletin ki burada olmamın bir amacı olsun. 

[ ]  Neden akşamsefası? Bunu anlayabildiniz mi?

[ ] Zihninizde akşamsefaları bol olsun... Sağlıcakla kalın...



|Güneşiniz hiç batmasın ama günbatımı da hep sizinle olsun|

Kalbinizin içindeki şeyleri sevmeye devam etmeniz dileğiyle...

- ElKA

Balkon Mektupları [ Final ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin