Bölüm 32; Çelişkilerle Saklambaç

103 7 132
                                    

         Bilmiyorum, bilmiyorum. Duraklar eskisi gibi değil, o neşesi, heyecanı yok ama yine de bekliyorum, inanıyorum.

| Çelişkilerle Saklambaç |

-Altan-

İnce bileğindeki kol saatiyle oynuyordu genç adam. Parmakları eski saatin kayış kısmına kazınan harflerin üzerindeydi, gözleriyse masaya özenlice yerleştirdiği kalem ve kâğıtta...

Son iki gündür o pürüzsüz kâğıt, lacivert mürekkepli kalem masanın üzerinden ayrılmamış, bir gece vakti cesaretlenip kaleme uzandığından ve onu kendine çekmesi dışında yerlerinden hiç kıpırdamamışlardı.

O cesaret yüklü kısa anda, çektiği gibi gözleri turuncu zarfa kayınca geri itivermişti kalemi. Sanki alev alev yanıyordu da kalem, elini de ele geçirmişti ateşi. Ya da kalem bir günahı engellemek görevini üstelenmişti...

Oysa ne bir şiir ne de bir öykü denemesinde bulunacaktı. Lacivert mürekkebin onun yanında olması gerekmez miydi? Onu eline almasını sağlayan badem şekilli, kestane renkli gözlerin sahibine bir mektup yazmaktı niyeti. Kalemin biraz daha vefakâr olması gerekirdi. Yıllar sonra onu, o bademlerin hatırına almıştı eline. Öğrenmişti derdini anlatmayı, derdini tek muhatabına anlatması gerektiğini anladığından beri. Bundan ötürü de kalem almazdı eline.

Söylemde ne kadar basit: Kalem almak ele... Al ve yaz, al ve oluştur, al ve konuş... İşin aslı, her hırıltılı nefeste inip kalkan göğüs kafesinde öylesine basit değildi. Bir hata yapmıştı. Hayır, bir hata değil birden fazla hata yapmıştı. İlki ve en büyüğü kahverengi bir zarftı, kendi hâlindeki bir hanımefendiyi rahatsız etmek; onu her gün batımında şiir yazmaktan alıkoyarak mektup yazmaya zorlamaktı.

Ne yapabilirdi ama? Söz geçer miydi kalbe? Hadi susturdu kalbini, peki ya gözlerini mi kapayacaktı o güzel gözlere?

Nasıl da güzel gülerdi o gözler! Ne merhametliydi, ne sevgi doluydu...

Genç adamın kadına olan hayranlığı, kadının her davranışında, her satırında kat bek kat artıyordu. Onu görmek, nefes almak; onun gülümsemesini görmek yaşamaktı sanki.

Umudu görmüştü adam onda. Sarılabileceği bir daldı, alacağı nefesti, can suyuydu yaşama tutunmak için. Onunla az da olsa hayatına tat gelmişti. Bir yalanı da yaşatmış olsa, bu yalana başkalarını da katsa satırlarla şarkı söylemek, kelimelerle dostluğu ve sevgiyi hissetmek hoştu.

Başını iki yana salladı esefle. O zaten biliyordu ki satırlarla şarkı söylemeyi! Bunu ona bir başka kadın öğretmişti ama doğruya doğrudur ki badem gözlü kadının ona yaptıkları bambaşkaydı.

Masumluğun, sevginin timsaliydi bir kere o! Sadece var olmaya devam ederek bile bu tek dallı adamı yaşatabilirdi. Bunu tekrar etti adam, yaşatabilirdi diye fısıldadı kalbinde.

" Yaşatabilirdi, ben silleyi yemeseydim hayattan."

Her şeyin içi içe geçip, onu yiyip bitiriyor olmasına dayanamıyordu. Ayağa kalkıyor, oturuyor, tekrar oturuyor, tekrar kalkıyor, odada birkaç tur atıp aynı şeyleri bir örüntü hâlinde defalarca kez yapıyordu. Kafası karışık, odanın o mükemmel düzenliliğiyse artık rahatsız ediciydi. Düşünceler dağınıksa, her yer dağınık olmalıydı. Belki de fazla derli toplu duruyor buralar, diye düşündü.

Kalkıp koltuk yastıklarının düzenini bozdu. Masanın etrafındaki iki sandalyeyi masanın hizasından çıkarttı. Perdeleri açmak, dışarıdaki rüzgârın içeriye sızmasını, tülleri havalandırmasını istedi. Fakat yastıklara ve sandalyeye yaptıklarının yanında bu eylem ona oldukça saçma görünmüştü.

Balkon Mektupları [ Final ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin