Bölüm 26; Er de Olsa Geç de Olsa

110 6 118
                                    

Ufka bakarsa iki avuç toprak parçası, toprağa sarılmak ister kestaneler. Bir kez sallansın diye toprağın saçları, ağacı sallar kestaneler. Ağacın dallarına değil, toprağın saçlarına muhtaç kestaneler, duysun herkesler...

| Er de Olsa Geç de Olsa |

Güneş tamamen batmış, Ay nöbeti devralmıştı fakat gökyüzündeki bulutlar değil ay ışığını göstermek, akşamın karanlığını bile göstermiyordu.

Yağmur sonrası yukarı kalkan tozlar, bulutları kızıla boyamış, etraf kıpkırmızı kesilmişti. Belki dünyanın öbür ucundan gelen biri, bu vaktin akşam olduğunu idrak etmekte zorlanabilirdi. Zira ne ay vardı ne de karanlık. Yalnız ve yalnız kırmızı bulutlar...

Dışarısı epey sessiz, sokak köşelerindekiler her zamankinden daha yalnızdı. Dışarıda bir ses duymak mümkün değildi. Sokak hayvanları bile çekilebilecekleri kadar sıcak yerlere çekilmiş olmalıydılar.

Balkonda, sırtımda beni soğuktan koruyabileceğine dair olan inancımı yavaş yavaş kaybeden bir battaniye ile kızıl bulutlara bakarak düşünüyorum.

Arada bir mırıldanıyorum, dışarıdaki sessiz rüzgârın sallandırdığı otlara ve kuru ağaç dallarına bakıyorum. Gözlerim dışarıda belirgin bir harekete sahip olan her şeyde seyahat ettikten sonra, en sonunda seyahatine zarfa ve onun şimdiki bulutlarla eş değer rengine takılarak son veriyor.

Kısa bir gün, diye düşünmekteyim. Nasıl olur da adeta birden fazla sayfaya ancak sığabilir? Oysa her gün birbiri ardına kovalanıp gidiyor zannediyordum. Hepsi aynı, hepsi sıradan, hepsi günün birkaç anı dışında, bu anlar okulda parlayan gözlere bakmak veya birkaç güne kadar düzenli aldığım mektupların geldiği vakitler olabilir, heyecansız geçecekmiş gibi geliyordu. Şimdiyse her seferinden çok daha farklı bir gün geçiriyorum.

Sanki bu güne takılıp kaldım; önce o koridorda hissettiğim şiddetli duygu, sonra havanın aniden değişimi ve serçelerin şakımasına imkân verecek kadar ısınması, mektuplarımın ağaç dalından alındığını ve saksıma yeni bir mektubun konduğunu görmek, son olarak ise aynı günün akşamı... Hava okuldan eve dönerken beni kendimde hissettiren hava değil. Aynı gündeyiz oysa aynı günde! Daha birkaç saat önceydi mutluluktan mı hüzünden mi aktığını bilemediğim gözyaşlarını durdurmaya çalışmam.

Tek günde havanın da benim de ani değişiklerle sarsılmam hikmetin böylesi!

Battaniye ona olan inancımın son kırıntısını da kaybettiğinde artık daha fazla balkonda durmaya lüzum kalmadığını anladım. Ayaklanıp, battaniyeyi ve zarfı da alarak içeri geçtim.

Soğuktan buz kesen bedenim, evin sıcaklığını karşılar karşılamaz rahatladı. Elimdekileri bir kenara savurdum ve ellerimi birbirine sürttüm.

Ne akılla balkonda bu saate kadar oturduğumu bilmiyordum. Lakin bedenimi zora soksa bile düşüncelerimin biraz olsun refaha kavuştuğunu hissediyordum.

Ayakta dururken bir amacım olmadığı halde salonun eşyalarını süzdüm. Sonrasında yavaş adımlarımla üçlü koltuklardan birine ilerledim ve yine aynı yavaşlıkla oturdum.

Ellerimi iki yanıma koyarak düşünmeye başladım yine. Yapayalnızdım, ailem kilometrelerce uzaktaydı. Babamın baş veren rahatsızlığından ötürü buraya gelemiyorlar, kızlarını yeni evinde ziyaret edemiyorlardı. Gerçi bu ev artık yeni de sayılmazdı.

Mahalleli sıcakkanlıydı fakat ben onlarla vakit geçirip onların hayatına, bol sohbetli ortamlarına sürekli giriş yapacak kadar girişken olamıyordum. Üst kattaki komşumun yaşlı gözlerine her daim bakacak kadar yürekli de değildim. Okulumdaki meslektaşlarımla bir iki sohbetten sonra diğer sohbete geçecek konuyu bulamıyordum. Öğrencilerim vardı bir, onlarla hayatın en verimli saatlerini geçiriyor ve gülüyordum. Yaşamın doruk noktasını onlar oluşturuyorlardı, beni onlar eğlendiriyor, beni onlar var ediyorlardı. Dostluğunu kabullendiğim Güneş'ten sonra dostluğumu yapan bir de onlar vardı.

Balkon Mektupları [ Final ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin