Hatalar, kusurlar varsa affola.
Hoş geldiniz sevgili Çalılar ve Kakırcalar.
🍁🍁🍁🍁🍁🍁🍁🍁🍁🍁🍁🍁🍁
Yanyana sandalyelerde oturmaya benzemiyordu yerde dizdize değerek oturmak. Sancak'a karşı olan öfkemin ilk nedeni gelir gelmez kolumdan çekiştirerek beni baba yurdumdan kovması, ikincisi ise; durmaksızın bana çarpmaya çalıştığı laflardı. Öyle ezik büzük saf biri olmak damarlarımda akan kana ihanet etmek demekti ve benim o kana ihanet etmeye niyetim yoktu.
Feride teyze çok güzel yemekler hazırlamıştı tam önümde duran boş tabağa zeytin yağlı dolmayı alıp kenarına yoğurt bıraktığım sırada Sancak'ın sol elini peçeteye sildiğini gördüm. Peçete yerdeydi, sofra bezine değmiyordu ve beyaz peçetenin bir kısmında kan vardı.
"Eline ne oldu?" dedim küslüğümü bir müddet rafa kaldırarak.
"Hani küstün sen bana Çalı hanım?" dedi sorar gibi. Sabahtan beri ilk kez gözlerine bakarak ve direkt ona hitaben cümle kurmuş olmam hoşuna gitmiş olacak ki dudakları kıvrılır gibi oldu.
"Küsüm," dedim yerdeki peçeteye hala bulaşmakta olan kana bakıp. "Ama eline ne olduğunu merak ediyorum." Küçükken düşme pahasına beni ağaçtan indiren çocuğa duyduğum minnetti sanırım bu ya da eline olan seyden sonra bile bizimle kalmaya devam etmesi.
Feride teyze ve Ayşe telaşla Sancak'ın eline bakarken kıyamadıkları çok belli oluyordu. "Sancak çok mu derin oğlum?" Annesinin korku kokan sesine inat onun sesi sapasağlamdı.
"Abi bakayım," dediğinde Sancak elini gösterdi umursamazca. "Abi nasıl becerdin gerçekten?"
"Küreğin tahta sapı çatlamış," dedi. Bizim bahçede ve bizim kürekle yaralamıştı elini. Birilerinden sırf bu yüzden yardım almaktan hoşlanmıyordum. Yıllarca evdeki iğneden ipliğe dek her şeyin parasını ödemiş, bozulan prizleri, pencere fitillerini, akıtan musluğu kendim halletmiştim; Sancak'ın elinden akan kanın sorumlusuymuş gibi hissettim o anda. Yerdeki peçeteye bastırdığı elini kavradım ve göz hizama getirdim.
Baş parmağının uç kısmı yarılmış, yarılan yerden kan çağıldıyordu teninin üzerine. Kalbime aniden çöken sızı kaburgalarımı yararak dudaklarımda hayat buldu.
"Beceriksiz," dedim gözlerimi gözlerine değdirirken. "Gelmemeni söylemiştim sana. Al işte mutlu musun? Ben yaparım demiştim."
Sancak yalnızca bana bakıyordu. O kadar sessiz bakıyordu ki gözleri, sanki göz bebekleri çığlık çığlığaymış fakat işiten olmayınca susmuşlar gibiydi. Baş parmağındaki kesik gayet derindi ve o kestiği sırada tek ses bile çıkarmayarak işine devam etmiş olması ruhumu söküyordu yerinden. Onlara zaten borcumuz vardı manevi olarak, üzerine bir de bahçeyi çapalamaya gelmesi borcun altında ezilmeme neden oluyordu.
"Her yerinde kıymık olmuş," dedikten sonra onun duyabileceği sesle "Kalın Kafalı," dedim.
"Barıştın mı küsenç?" dedi az önceki sorumu yanıtsız bırakarak. Dudakları sanki hâlâ kıvrımlı duruyordu ya da bu benim sanrımdan fazlası degildi.
"Barışmadım," dedim yerdeki peçeteyle elinden akan kanı silerken. "Anneme söz verdim ben," dedim bir anda. "Sözü tutmam için seninle konuşmamam gerekiyor."
Sancak'ın bakışları kısıldı merakla. Kahve gözlerinin içinde bulunan kızıl nokaları ilk kez farketmenin verdiği yabancılıkla incelerken, onun bakışları benden anneme kaydı hemen.
"Fatma yenge," dedi ama gerisini nasıl getireceğini bilmiyor gibiydi daha çok.
"Siz iyisi mi fazla konuşmayın Sancak," dedi annem. Hem bana hem Sancak'a kıyamıyordu besbelli. Her ikimizinde kırılmasına razı gelmediğinden bu mesafenin her ikimiz için sağlıklı olduğunu düşünüyordu. "Geçinemiyorsunuz zaten."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül KOZASI
Non-Fiction"Demez mi anası, topallığına bakmadan benim kızıma göz koymuş diye? Der. Bu konuyu bir daha açma anne." ****** "Seni yaktım, kül ettim ruhumda; ama yine bana senin kokun geldi. Meğer ben seni küle çevirirken, ruhum iradesizce kokunu saklamış," dedi...