10. Bölüm

22.8K 1.2K 232
                                    


Yer yüzündeki tüm kutsal ayrıntıların birbirinden farklı çileyle yoğrulduğu şu evrende kahkahalar atarak gülen tek canlının insan oluşuna şaşmamalıydı; birbirimize olan tüm körlüğün şimşek misali hırçın arzularla etlerimize sirayet ettiğini her daim ve koşulda unutmaya meyilli olan aciz varlıklarımızdan tiksiniyordum.

Sanırım bir tür insani bir aydınlanmanın eşiğine gelmişken elimdeki mumlarımın fitilleri tükenmiş, karanlığın ise dibi uçsuz bucaksız bir görkemle hala önümde tüm avareliğiyle duruyordu. Ya da iyileşmeye karar vermiş bir hastanın aniden biten ilaçlarındaki yarım kalmışlık...

O akşam kolları hayli kirlenmiş elbisemle oturduğum toprakta akşam ezanından sonra kara göğü dolduran yıldızların birbirleriyle yarış ederek en parlak olma çabalarına şahitlik ettim. Ben ne kadar uzaklaşmaya çalışırsam çalışayım peşimi hayaletler gibi bırakmayan hatıralar tüm perdelerimi aralamama neden oluyordu adaletsizce. Yalnız bu sebepten bile tiksiniyordum zihnimin kucakladığı çirkinlikleri. Aradan geçen saatlere aldırış etmeksizin aheste aheste yorgunlukla dolu olan sızıntılı bedenimi eve taşıyarak banyoya kapattım.

Güneşin şakımaları tüm bahçedeki ağaçlara inat evimin gelinlerinden süzülerek içinde bulunduğum karanlığa şahitlik ediyor, karmaşa dolu olan zihnimdeki tüm ihmalleri savaşta can veren askerin dehşetli sancılarına benzer şekillerde etime kusuyordu.

Ne muhteşem!

Yenilenmek için mücadele etmeme bile müsade etmeyen hayatın birçok sürpüntüsüyle dolu olan ruhumun azametli çığlıkları kulak zarlarımı parçalıyordu artık. Beyaz bayrak sallayan bir asker değildim ve asla hayata karşı beyaz bayrak sallayarakta ölmek niyetine sahip değildim; madem ölecektim ayakta ölmeyi yeğlerdim.

Her zaman olduğu gibi kahvaltımı hazırladıktan sonra babamın elleriyle yaptığı -bu evin içinde bulunan her şeye elinin değmişliği vardı- çardağa oturdum. Bu defa bile isteye tepsinin içine bir bardak ve fazladan bir çatal bırakarak az sonra bahçeme girecek olan kişi için ya da kendi konforumdan ödün vermemek için onlarıda tepsiye yerleştirdim.

Hava öyle parlak, bir ceylanın otlaklarda zıplayışı kadar capcanlıydı ki tüm gökyüzü denizi sessiz, durgun ve dalgasız olan Muğla Milas sahilinin kopyası gibiydi, enfesti. Gökyüzünden gözlerimi inditip sobanın içinde içini çeke çeke pişen ekşi mayalı ekmeği masanın üzerine bıraktım, kokusunun doyuruculuğu tüm bahçeyi etkisi altına almıştı bile. Aliminyum çaydanlıktaki çaydan iki bardağa buharı üzerinde tüten çaylardan doldurdum ve sanki her zaman ona böyle sesleniyormuşum gibi seslendim.

"Sancak, gel kahvaltı edelim beraber." Bir barış yemeği olabilirdi bizim için tabii Sancak yine çocukluk etmeyecekse.

"Ooo," dedi uzun uzun. "Uyanmışsın. Ben dünden sonra kolay kolay toparlayamazsın diyordum."

"Hep aynı saatte uyanıyorum zaten. İlk kez çalışmıyorum, babamdan beri hep çalıştım üstelikte daha zor işlerde. Gel hadi menemen yaptım." Bir taraftan ekmekten ince dilimler keserken bir taraftanda onun cevabını dinliyordum.

"Ben yumurtasız menemen sevmem pek. Yumurta olmayınca domates yiyormuşum gibi oluyor."

"Senin tarafına iki yumurta kırdım."

Bugün diğer günlere nazaran Sancak'ın üzerinde tuhaf bir sakinlik vardı, bana şimdiye dek ne Kakırca, ne Tosbağa, ne de Çalı Çırpısı demişti. Garipti. Her zaman oturduğu yere oturduğunda yine üzerinde ta boğazına kadar iliklediği keten, mavi bir gömlek vardı. Sanırım tarzı buydu onunda.

"Kahvaltı etmiş miydin?"

"Yok, bahçeyi suladım erkenden."

Ortada duran tavanın yumurtalı kısmı ona, yumurtasız kısmı bana bakıyordu. "Sen hangi ara yapıyorsun bu ekmeği?"

Gül KOZASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin