18. Bölüm

22.6K 1.4K 763
                                    


Özelden nefretinizi kusmayın rica ederim. Bir kurgu yazıyorsan sık bölüm at, atsana falan olmuyor arkadaşlar. Üstelikte hiç yorum yapmamış, oy vermemiş kişilerden bu tür yorum ve mesaj alınca modum düşüyor. Sizin için ne kadar özel bir alansa Wattpad benim içinde öyle. Birbirimizin kalbini kırmayalım.

randomcuyuz10  'a ithafen yazılmıştır bölüm. Mutlu, güzel günler dilerim. Seviliyorsun. ❤❤❤❤

İsteme...

Girdaba kapılıp giden balıkta mıydı suç?

O girdabın kendisi olmak mıydı?

Okyanusun kalbinde bir sancı, sancının bağrı deşik, deşiğin içi kanrevan bir bendim. Benim ruhumdan ilerisi neydi bilmiyorum. Tökezlemekten son altı yıldır korkuyorum. Eğer düşersem dizlerim acır, acıyan dizlerimden kan sızardı solgun tenime. Kastamonu'dan Ağlı'ya inmiş, arabanın arkasındaki eşyaları boşaltıyorduk. Evin dışını boyamak için boyalar ve gereken tüm alet edavatı almıştım evde eksik olan. On dokuz kiloluk boya kovasının kulpunu tuttuğumda elimden kovayı almaya çalışan Sancak, "Ben taşırım. Bırak," desede kovayı ona vermedim.

"Kendi eşyalarınızı taşı," diyerek bana unutmamı söyleyen adamdan intikam alıyordum. Çocukluğumda bu kadar varken gitmiş, unutturmuştu. Şimdi de sökülen maziyi onarmamı arzuluyordu ben de o gücün var olup olmadığını bilmeden.

Kova, markette taşıdığım koliler kadar ağır değildi. Daha önce defalarca kez meyve kasaları, reçel kolileri, un paketleri taşımıştım. Eh bir kova boya öldürmez, unutmamı söyleyen kişiye de muhtaç etmezdi. 

Kovanın kulpunu tutmaya çalıştıkça inatlaşmamız gergin bir ipe dönüyordu. Annem ve teyzem bahçede yanlarında Feride teyze ve Turgut amca vardı.

"Sancak bırak."

"Kakırca bırak ben taşırım," dedi babamın benim ve annem için diktiği gül fidanlarının yanındayken.

"Deve dikeni! Kim diyor taşı diye?" İki adım attım onu arkamda bırakarak.

"Çalı," dedi sessizce. Bunu kimse işitmemişti.

Yüzünü ona dönerek işaret parmağımı salladım. "Geçen sene benim kim olduğumu bile bile bana bağırdın," dedim onun kadar sessiz tuttuğum nefesimle. Galiba kalbimi sancıtan ve sancının olduğu yerdeki kırıklar çok derindeydi. Muhtemelen hatırlamak istemediğim şey her ne ise beni çok yaralar içinde bırakışındandı.

"İndir o parmağını!" derken iki kaşının arasında olan damarın inip kalkışını görebiliyordum. Kavisli kaşları bana olan öfkesinden bir araya  gelince arada kalan damarın can çekiştiğini ve intihara yürüdüğünü görebiliyordum.

"İndirmezsem ne olur?" Yanıma gelirken sol bacağı büyük ölçüde yorgunluğunu kusuyordu aksayarak.

"Ben senin o parmağını sallayacağın dingillerden değilim. İndir o parmağını!" Yüzünü yüzüme yaklaştırdı, gözlerini kapadı iki saniye sakinlemek için. Sert nefesi yüzüme dokunuyor, girdabı aratmayan irisleri göz çukurlarıma doluyordu. Onun bu denli sert konuştuğu birçok ana denk gelmiştim o sebeple kesinlikle etkilenmedim.

"Kimmiş benim parmağımı sallayacağım dingiller? Söyle, ona göre sallarım ben parmağımı."

"Nasıl beceriyorsun iki dakikada sinir etmeyi? Ben onu mu dedim?"

"Bana bak Deve Dikeni, ben senin höt hötlerine baş eğecek biri miyim? Unut dedin unutmuşum. Oh ne güzelde silmişim seni kafamdan."

Annemler müdahele etmek istiyor ama bizim fısıldaşan halimizden sebep izlemekle yetiniyorlardı. Öfkeliydim. Öfkeliydi. Feride teyzeye döndüm yönümü. "Feride teyze senin bu oğlun," demiştim ki, "Dağ Ayısı değil mi Gülseli?" dedi gülümseyişi çehresine misk kokusu gibi yayılırken. "Haklısın." Ciddi ciddi bana hak veriyor mu diye suratına dikkatle baktım. Ah kalbimde bir papatya büyüdü anlaşılıyor olmanın verdiği o tatlı hissiyatla.

Gül KOZASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin