Tasavvur etmeye çalıştığım bir avuç insan suretinde katiyyen yeri olmayan insanların birleşik krallığı karşımda ve sendelemiş vaziyette benim solan neşemin ilmeklerini yakalıyorlardı. Kırmızı ve beyaz güllerim onca yol kat ederek tükenmişlik sendromu yaşamazlarken, annemin kolunda olan alçıyla ve derin şaşkınlığıyla salon kapısının pervazının içinde kalakaldım.
"Neden bana haber vermedin?" Babamın anneme armağan ettiği kokularla, bana bu halinden söz etmeyerek inciten anneme yaklaştım. Annemin beti benzi atmış, gözlerinden süzülen büklüm büklüm yaşlar yanaklarına dokunmuş, çaresizliği çehresine sıçramıştı. Onu içinde bulunduğu haleti ruhiyeden kurtarmak üzere kollarımı günlerin tüm sevgi yoksunluğuyla sardım. "Neden haber vermedin kolunu kırdığını?"
"Gülseli," dedi annem bir elini bana diğerini kendi derin varlığı için dikilmiş çiçeklere atarken. "İyi ki geldin. İyi ki geldin annem." Sarmaşıkların iç güdüsel olarak bir şeylere dolanışı, bir varlığın sıcaklığıyla rahatlaması gibi sardık birbirimize kollarımızı.
"Bu insanlar kim anne?" Annemin mabedinden ayırdığım varlığım onun bedenindeki alçıyla muhattap olduğunda yutkunma hissiyle boğazım düğümlendi.
"Önce otur. Sana anlatmam gereken çok şeyler var."
Salonda, otuzların başlarında yapılı, buğday tenli, otururken bile endamlı bir bedene sahip olduğu belli olan bir adam, hemen yanında şık giyinmiş, yaşına rağmen hayat tarafından tartaklanmamış annem yaşlarında bir hanım ve hemen onun yanında oturan ve kadının alyansının aynısından takan bir adam vardı.
"Kızın mı abla?" Abla diyen kadının çehresine dikkatle baktığımda anneminkine benzeyen iri gözleri, ince kaşları, köşeli çenesiyle annemin başka bir versiyonunu anımsatıyordu.
"Gülseli, kızım. Kastamonu'daydı. Babasından yadigar kalan evin durumuna bakmaya gitmişti."
"Pek güzelmiş. Allah bağışlasın."
"Siz kimsiniz?"
Annem elimdeki gül demetini burnuna yaklaştırdı sağlam olan eliyle, sanki o gül demeti babamdan gelmiş gibi için için kokladı, yapraklarını sevdi hasret kokan gözleriyle. Hasretlik çeken her gönlün ölümden sonra yüreğine taş bağlayışı ne kadar acı nakşediyorsa iç dünyasına, anneminde durumu bundan daha hallice değildi. Özlemi doruklardaydı.
"Gülseli," dedi annem gözlerime bakarak. "Babamla annem ölmüşler."
Annem ve babam birbirlerini sevip annemin babasının razısı olmadığından kaçmak mecburiyetinde kaldıklarından kendi ailesiyle hiç iletişime girememişti babası istemediği için. Yıllar boyu ah aldığını düşündüğünden, on yıl boyu evlat sahibi olamamalarını bile buna bağlamıştı zavallı annem. Babam, annemin mutluluğu için pek çok defa Aydın'da hayat süren inatçı adama telefon, telgraf ve mektuplar yazmasına rağmen aldığı tek keskin yanıt, "Ölüsü ölüme, dirisi dirime uğramasın" olmuş.
"Nereden biliyorsun peki? Oradan kimsenin seninle görüşmek istemediğini söylemiştiniz babamla."
"Biz ablamı aramak istedik, aradıkta ama babam ablamın bizi bile görmek istediğini söyledi. İki yıl önce annemi göğüs kanserinden kaybettik. Ölüm döşeğindeyken bile 'Fatma'yı bulun' demekten başka bir şey yapmadı. Yıllardan beri hem abim, hem ben bildiğimiz tanıdığımız herkesten sorduk soruşturduk. Sonra ablamın yirmi altı sene öncesi Almanya'ya tedavi için gittiğini öğrendik. Oğlumun eşi, Lale'nin amcası orada imamlık yapıyordu, eşininde," dediği sıra oğlu olduğunu öğrendiğim kişiden bir homurtu yükseldi.
"Eski eşim anne. Lale benim arkadaşım. Tekrar evlenmek gibi bir düşüncemiz yok!"
"Her neyse İlber." Oğlunun ettiği sözlerden sonra yüzünün buruştuğunu farkettiğim kadın yeniden koyuldu söze. "Lale'nin yengesi bir Alman, o soruşturdu tüm klinikleri bizim için. Gerçi Lale'm sağolsun hiç haber etmedi bana gerçek olup olmadığını bilene kadar. Sizi buluncada hemen İzmir'den getirdi bizi." Eski gelininden sevgiyle bahseden bu kadın, benim annemin kardeşi, benimse teyzem oluyordu o halde. Düşüncelerimin karmakarışıklığı oturduğum koltukta öylece tepkisiz bir nesne gibi kalmama neden olmuştu. Bunca sene annemin gecelerini gündüz eden, uykularını kaçıran azabı, bu insanların çektiklerini söyledikleri azaplar dilimi dişimi kilitledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül KOZASI
Non-Fiction"Demez mi anası, topallığına bakmadan benim kızıma göz koymuş diye? Der. Bu konuyu bir daha açma anne." ****** "Seni yaktım, kül ettim ruhumda; ama yine bana senin kokun geldi. Meğer ben seni küle çevirirken, ruhum iradesizce kokunu saklamış," dedi...