2.Bölüm

35.1K 1.5K 237
                                    

Cennetin zannettiğim yer olmadığını içine düştüğüm cehennem kelimelerinin arasında farketmiştim. Eti yaralamak için neştere gerek olmadığınıysa tanıdığınızı zannettiğiniz gözlerde tanınmadığınızı anladığınızda yaşarak tecrübe ediyordunuz.

Eklemlerimdeki ağrılar iltihaplı romatizmayı anımsatan artçı sarsıntılarla sarsılırken, gözlerim ve bedenim yılın ödülünü almayı bekleyen oyuncu gibiydi. Ah, ah benim kaderimin kadersizliği... Koşturarak kaçmaklı ve de duygularımı parçalayarak cehennemin korlu ırmaklarında yakmalıydım. Daha fazla dilimdeki kanserin yayılmasına müsade edemeden iliklerimdeki ağrıyla çıktım parktan. Eve giderken ayaklarımı sıkan pembe babetler bu olayın tek suçlusuymuş ve onlardan intikam alıyormuşçasına ayağımdan çıkarıp çöp varilinin kenarına bıraktım. İçine atmak istesem de belki kullanmak isteyen biri olur diye öksüz bıraktım. Pembe babetler öksüzlüklerine ağıt yakamadan yeni sahibinin ayağına geçerdi ne de olsa. Küçük evimizin içine girip gözlerimdeki kanlı zincirleri serbest bıraktım. Gözlerimden düşen her damla yanaklarımda tuzlu bir nehir oluşturuyor son olarak özenle giydiğim çiçekli elbiseme yaka iğnesi oluyordu.

Ağla, ağla aptallığına alkışlar tutarak feryat et...

Ciğerlerime mızrak misali batan iğneler beni bensizliğe sürüklemek için yakarıyordu. Zihnimdeki iblisler durmaksızın gayri meşru ilişkilere gebe. Ben zihnimin bunca şatafatını kulakarkası edemezken, gebe kalan her iblis doğumlarını bir bir gerçekleştiriyordu. Her biri 'ölmelisin' 'sen sevilmeye değer değilsin' derken benim sakin kalabilmem elbette ihtimalleri zorluyordu. Ciğerlerimi koparana dek ağlayıp, içimdeki tüm acıyı gözlerimle dökmek beni epeyce rahatlatmıştı. Annem gelene dek gözlerimde bir damla kalmayana dek acıyı döke saça dağıttım tüm odalara. Annem eve gelmeden, dolaptaki buzlu suyla yüzüme defalarca kez çarpıp tuzlu sudan sebep kızaran yüzümün acısını dindirdim. Yüzümdeki cehhennem dinmiş, yerine esintili bir bahar gelivermişti. Evde annemin sesi yankılandığında henüz yattığım yatağa daha fazla gömülüp gözlerimi kapattım. Acımı kimsenin bilmesine lüzum yoktu. Ben bile neden bu denli acıdığımı kendime sesli bir şekilde itiraf edemezken, anneme veya bir başkasına itiraf etmek niyetinde değildim. Odamın kapısının açıldığını yağlanmadığından ve eskidiğinden gıcırdayan kapımdan sebep işitebiliyordum:

"Gülseli, kalk annem kaç saattir uyuyorsun?"

Annemin eli dağıttığım saçlarıma gidiyor ve ardından cennetin kokusunu saçlarıma bırakıyor: "Kızım sen de iyice uykucu kesildin." Bu defa okşamak yerine dürtmeleri başlıyor koluma.

"Geldin mi anne?" Sesim o kadar iyi çıkıyor ki tek bir pürüz barındırmıyor.

"Kalkta halanın yediği naneleri anlatayım sana. Kadın iki dakikada tüm sinir hücrelerimi hoplattı."

Annemi ilk kez bu denli soğuk ve sinirli görmek bugün çektiğim acıyı yutmama ve dahası sindirmeme sebep olmuştu. Odadan çıkıp ufak mutfağımıza geçtik beraber. Üzerinde bahar dalları ve pembe güller olan cam masayı annemle beraber hazırlayıp, karşılıklı oturduk. Bugün daha beter bir durumda olamıyorsam bunun yeğane sebebi annemin durup durup of çekmesiydi. Nihayet bir kaç lokma yedikten sonra gözleriyle gözlerimi hapsetti:

"Halan olacak yok mu?"

"Var, ne olmuş halama?"

Annem göğüs kafesini şişirip dudaklarından cehhemi üfledi: "Senden konu açtı bugün. Yaşı geldi evlendirmek gerek falan deyip durdu."

Bugün olanlar içime yıldırım misali düşüyor, irislerim acıyla hemhal oluyordu: "Kiminle evleneceğime de karar vermiş mi peki?"

"Vermez mi? Vermiş. El oğluna gideceğine hala oğluna varman daha iyi olurmuş falan diye zırvalayıp durdu."

Gül KOZASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin