24. Bölüm

24K 1.4K 640
                                    

Hastalık sürecimi merak eden herkese çok teşekkür ederim. Hâlâ tam olarak iyileştim diyemiyorum hatta iç organlarımda hatrı sayılır bir tahribat söz konusu. İyi dilekleriniz teşekkür ederim.

Güzel yorumlarınız yazmaya teşvik ediyor, kendimi toplamam için dürtülüyormuş gibi hissediyorum ve nasıl iyi geldiğini anlatamam.

27 Eylül çiçeğimin doğum günü ama ben erkenden kutlayım dedim. Kalbi pamuktan olan canım dostum, arkadaşım, sırdaşım iyi ki doğdun. İyi ki varsın. Aysece_ benim güzel sohbet arkadaşım.

İnsanoğlu hep yalnızlık üzerine kurmuştu tüm eksik parçaları. Bir eksikliğin bir yalnızlık olabileceği kimseyi ilgilendirmemişti. Kalabalığın çokluğunda kaybolmuş yalnızlık aslında hep birilerinin eksiklikleriyle süslenmemiş miydi?

Benim eksikliğimin yalnızlaşmış yanı Sancak'ın bana sımsıkı sarmış kollarında bitiyordu. Öyleyse o yer artık eksik değildi. Eksik olmayan yerimdeyse bir yalnızlık kalmamıştı. Tamamlanmaktan söz etmiyorum. Bu katışmak, çoğalmak, büyümekti belki...

Az önce benim ona yaptığım gibi şah damarımı öptü. Tenimde birçok doğal olmayan afet gerçekleşirken o şah damarımın ardından boynumun her yerinde gezdirdi dudaklarını. Avlanan bir yılanın avının etrafında tur atması gibi Sancak'ta kollarını ona sokulmuş olan bedenime sarıyordu her öpücükten sonra. Kulaklarımda kavuşmanın verdiği bir çınlama, avuçlarımda titrek kız çocuğunun ezgisi vardı.

Dokunuyordum.

Sarıyor, sarılıyordum.

Omzuna düşen çenemde bir titreme, gözlerimde bir yanma vardı. Onunlaydım...

"Abin nerede Ayşe?" dedi Feride teyzenin yumuşak sesi.

"Odasında anne," dedi ne zaman geldiklerini anlamadığım Ayşe. "Ne oldu?"

"Yok bir şey kızım. Siz oturun. Abini baban çağırıyor." Sancak'ın yarı yerine kadar ahşap yarısından sonrası buzlu camla kaplı olan kapısına birinin gölgesi düştü hemen sonra, kapı tıklatıldı. "Sancak. Baban çağırıyor oğlum."

"Ben çay içmeyeceğim anne. Size afiyet olsun." Hâlâ sımsıkı birbirimize sarılırken yüzünü yüzümden çekip gözlerime doldurdu tüm çehresini. "Bir yerlere gidelim mi?" Sarılmanın hemen peşine bunu duymayı beklemiyor olsamda sorgulayamadım onu.

"Nereye?" dedim fısıltıyla.

"Sahuru dışarda yaparız istersen." Burnunun ucu burnuma dokunurken çağlayarak akan öfkesinin yerini sakinlik almıştı. Nefesi bir ninni gibi etrafımı huzurlu bir sarmaşıkla kaplarken gözleri kabul etmem için yalvarıyordu.

"Bilmiyorum."

Kapı yeniden tıklatıldığında bu defa tek değil üç gölge gözüküyordu.

"Gülseli, iyi misin? Abi bu kız susmazdı niye konuşmuyor?" Ayşe telaşla hem kapıyı vuruyor hem sıra sıra diziyordu soruları. "Kıza bir şey yapmadın değil mi abi?" İşte gerçek bir dost...

"Seni öpmeyeceğim. Boşuna bekleme," dedi Sancak. Kızıl dudakları konuştukça dudaklarıma tüy tanesinin şeffaflığında değiyor sonra gidiyordu. "Bu ikimizin cezası olacak. Benim suçum seni hiç arayıp sormamakken senin suçun seni öptükten sonra dudaklarını silmen."

"Fazla adaletsiz," dedim cesaretimi yeniden toparlayarak. "Sen yıllarca aramadın. Ben yalnızca o sinirle sildim dudaklarımı." Onu istiyor olduğumu gizleyecek kadar ufak değildim yirmi altı yaşında ve neyi arzuladığını bilen bir kadındım.

Gül KOZASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin