17. Bölüm

24K 1.4K 644
                                    

5815 kelime olmuş. Uzatmayım dedim ama kısa da kesemedim.

HATALAR KUSURLAR VARSA AFFOLA.

Bol bol yorum yaparak bizi mutlu edin.

KEYİFLİ OKUMALAR ÇALILARIM...

ÇALI VE ÇALIYA DOLANASICA SİZLERLE...

Ruhumun gardiyanlarını tutan muhafızlar biribiriyle savaş içindeydi. Her ikisininde istekleri beni ceremesi büyük, kokusu ağır ve uzun süre peşimi bırakmayacak olan riyakar rüyalara davet etmekken, ben soluğumu toparlamaya çalışarak çiçekli nevresimimin içinde oturuyordum. Ay ışığının şavkında batan hayallerimle beraber, gözlerimden akmak için zorlayan ancak çıkmayan tuzlu suyun ağrısı başıma konuvermişti. Yorulmak güzeldi ve ben şu sıralar yorulamıyor oluşumun sancısını karanlık rüyalar görerek ödüyordum.

Babama yetişemiyordum.

Koşuyordum ama yetişemiyordum.

Uçurumun kenarında zavallı babam ve benim üzerimde perileri kıskandıracak güzellikte kızıl bir elbise. Elimi uzatıyorum. Tutamıyor. Babam benim elimi tutamıyor. Sırtımda sicim gibi ter, halbuki yeterince ısınmadı havalar ama benim geceliklerim sırılsıklam. Saç diplerimden ense köküme inen ter boğumları hakikaten uçurumdan düşmek üzere olan babamı kurtarma çabalarımmış gibi. Babam gittiğinden beri delice çalışarak gece uykularımdaki huzursuzluktan kaçmayı başarmıştım.

Dizlerime yasladığım çenem, bacaklarımın etrafına sardığım kollarım ve geriye kalan her şey biraz soğuktu.

Odamın kapısı tıklatıldı. "Gülseli, iyi misin annem? Geliyoruz. Müsait misin?"

"Gelin," dedim kendimin bile zor duyduğu cılız sesimle.

Annem ve teyzem karanlık odamın ışığını aydınlatarak girdiklerinde İlber abi kapıdan müsait olup olmadığıma bakıyordu tedirgin gözlerle. Daha önce de rastgelmişlerdi bu saçma halime. Annem yatağa oturdu, elini darma dağınık olan saçlarına götürdü.

"Yine mi rüya gördün?" Ona rüyalarımın içeriklerinden söz etmiyordum kahrolmasın diye, ama anlıyordu.

"İyiyim şimdi." Yirmi altı yaşındaydım ama hâlâ rüyalardan korkuyordum.

"Ne gördün kızım?"

"Hatırlamıyorum," dedim yüzlerine bakmaya utanırken. "Uyumak istiyorum."

Ağlamıyordum. Gözlerim doyasıya zehrini akıtsa feraha erecektim aslında. Annem saçlarıma bir buse kondurdu odadamdan çıkmadan önce. Bugün ne kadar mutluydum oysa. Gece yatmadan salıncağımı verniklemiş odaya girerken sabaha salıncağa binmenin ümidiyle uyumuştum. Kursağımda kalmıştı her şey gibi o salıncağın ağaç dalında salınışı.

Islanmış geceliklerimi temiz, çiçek kokan geceliklerle değiştirdim gözlerimden uçup giden uykuyla. Penceremin kenarına oturup karanlığın büyülü atmosferine baktım. Sancak'ların evinin tek odasının ışığı yanıyordu bu saatte. Evlerinin ön kısmı köye bakıyor benim odama denk düşen taraf evlerinin yan tarafı oluyordu, şu çiçekli olan kısım. Bugün oyun oynadıktan sonra Sancak bahçelerindeki zeytin ağaçlarını ve incir ağaçlarını gösterdi bana. İncir sevmezdim. İncir çekirdekleri dişlerimin arasında ezilirken kurt yiyormuş gibi hisseder ayrıyeten tadınıda beğenmezdim. Bunu da hatırlıyordu ve fırsatı kaçırmayarak bana bir daha ki oyunu incirlerle oynamayı teklif etti.

Bu bahçede Gülseli babaannemler yaşarkenki evimiz Kastamonuya özgü klasik konaklarındandı; ahşap, bordo boyalı, kapı ve pencereler kahverengi yağlı boyadandı. Yangında koskoca konak küle dönmüştü. O gece hepimizin öyle çok şeyi kaybolup gitti ki o konakta ruhlarımızın birer parçası küllerin üzerinde savruluyordu sabah olduğunda. Ben on iki yaşındaydım,  Sancak on sekiz, Ayşe ise on birinci yaşının son aylarındaydı, ben yılın birinci ayının on dördünde, Ayşe ise eylülün yirmi yedisinde doğmuştu. Evin alt katında çıkan yangın her yeri sarmış, gri dumanlar etrafımızı kuşatmıştı. Herkes çığlık atarken ben öylece duruyordum karmakarışık saçlarımla.

Gül KOZASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin