Bir dal sigaranın son tütünün yanışından sonra kavuçuk kısma sızan dumanın zehrindeydi hayallerimin cesetleri. Üzerine örtülen kül yığınının altında kalan hayallerin son nefeslerini zihnimin giyotin sehpasında ellerimle kesmiştim. Uyumalı ve güçlenmeliydim.
Her sabah alışkanlıktan kaynaklı erken uyanmaya alıştığımdan, bugün de yine sıcak yatağıma veda edebilmeyi başarmıştım. Beyaz kot ve beyaz tişört giyip saçlarımı tepeden sımsıkı bağladım. Sıcak mevsimlerde en güzeli açık renkleri tercih etmekti. İşe gitmek için evden çıktığımda karşı binadan da Kemal'in çıktığını fark etmek kalbimdeki buz dağını kütleler halinde parçalamama neden olmuştu. Elimden geldiğince bakmamaya gayret ettiğim adamın inatla bana baktığını ve hatta rotasını bana doğru çevirdiğini görmek kalbimdeki buzları kusmamı istiyordu.
"Günaydın Gülseli" derken hala bana doğru yürümeye devam ediyordu. "Günaydın Kemal."
Elini saçlarına atıp, yerinde huzursuzca kımıldandıktan sonra lal olan dilini hareket ettirmeye karar vermiş olacak ki yeniden konuşmaya başladı: "Gülseli işten ayrılıyor muşsun doğru mu?"
"Evet."
"Nazlı iş arıyordu, eğer yerine birini bulamadılarsa onu tavsiye eder misin? İş arıyor epeydir."
Nazlı derken titreyen sesi, değişen bakışlarını tarif etmemin mümkün olabileceğini zannetmiyorum. O düzgün bir adamdı ve bunu bile isterken mahcubiyeti vücut dilinden akıyordu damla damla. Sabahın erken saatlerinde yerlere inen kuşlar kendi rızıklarının peşinde koşuyor, zavallı kediler bir tane avlaya bilme imkanı ile sinsi sinsi etrafta turluyor, çaprazımızdaki binanın altında bulunan dükkan kepenklerini açıyordu. Gökyüzü ise bırak işe gitmeyi bin bir vapura, git adalara, bacaklarındaki kaslar sızlayana dek bisiklete bin, topladığın yaban çiçeklerle taç yap diye dirayetsizce bağırıyordu bana. Karşımda mahcup bir edayla duran Kamal'e iyi bir havadis veriyormuş gibi yalan bir sırıtışla cevap verdim:
"Olur, söylerim müdüre."
İhtilal, bu acımasızca yazılmış bir ihtilalden ne daha azı, ne daha fazlasıydı yalpalayan hayatta. Kesilmemiş nefeslerde biriken tomurcuklu buharlara sıkıştırılmış biçare hüzünler ve hüzün dolu bir tuvaldi benimki.
"Olumlu veya olumsuz mutlaka dönüş yaparım."
Dilimden en son bu cümle dökülüyor taştan binaların, taş sokaklarına, ağaçlarına ve simsiyah asfaltına. Onun yanından uzaklaşıp her gün olduğu gibi gelen servis arabasındaki yerime içimdeki dehşetle kuruluyorum. İşimi gerçekten seviyordum. Organik alanda kurulan pek çok market olmasına rağmen Kuzguncuk'a kurulmuş ve pek çok elit kesimin hayli dikkatini çeken oldukça iyi şartlar sunan bir iş yeriydi. Modern çağın köleleri olduğumuzu düşünüp pek çok kere ağıtlar yaksam bile, aslında benim gibi fazla okul okumamış kişiler için bulumaz bir nimetti.
İş yerine geldiğimde, müdürümüz Tarık beyin yanına gitmeden market logosunun olduğu iş kıyafetlerimi giyinip hemen yanına gidiyorum. İçten içe beni doldurmaya çalışan şeytanlara sırt dönsem bile Nazlı'ya, Kemal ile beraber işimide veriyor olmak sanki hayatımı çalıyormuş gibi hissettiriyordu. Biliyorum aslında asla öyle değildi. Tarık beyin odasının önüne geldiğimde daha fazla beklemeden mruhtemelen pahalı bir malzemeden yapılmış olan kapıyı tıklatırken içimdeki kırgın kuşları kanatlarından tutarak savurdum.
"Gel."
Tarık beyin sesini işitir işitmez gold renkteki kapı kulpuna dokunup açtım. Kırklı yaşlarda oldukça entellektül bir kişi olmasının yanı sıra her daim karizmatik bir havasıda vardı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül KOZASI
Non-Fiction"Demez mi anası, topallığına bakmadan benim kızıma göz koymuş diye? Der. Bu konuyu bir daha açma anne." ****** "Seni yaktım, kül ettim ruhumda; ama yine bana senin kokun geldi. Meğer ben seni küle çevirirken, ruhum iradesizce kokunu saklamış," dedi...