petickjein her gün buradaydı istisnasız. Bölümü kendisine ithaf etmekten gurur duyarım.
💞💞💞💞💞💞💞
Cehennemi ve cenneti yansıtan kara, badem gözlerine sürülen kızıl yangın ruhunun en hararetli diyarlarından geçerek soğuk, buz tutmuş avuçlarıma serpiliyordu. Yangınım oluyordu bilmeden. İçimi kavuracak kadar yakıyor sonra ardına bakmadan beni tüm çağların gerisine iteliyordu. Belirsizliğin can yakan, soluk kesen, köklerimi baltalayan her hamlesi bizzat Sancak'ın ellerinden dökülüyordu. Kızgın, kırgın hatta öfkeliydim.
Feride teyze oturduğu sandalyeden kalkıp öksüren oğlunun tepesine geçti analığın verdiği merhametle. Elini sırtında gezdirirken, "Helal helal," diyerek tekrar ediyordu. Asla sırtına ufak darbeler indirmiyor, aksine merhametle sıvazlıyordu. Nihayet öksürüğü kesildiğinde Feride teyze oğlunun saçlarını ufak bir bebeğin saçlarını okşar gibi okşayarak yerine geçti.
Sancak'a kesinlikle bakmamak için sandelyemi aramızdaki açıklığı daha çok arttırabilmek için anneme doğru yaklaştırıp bitmek üzere olan çorbamı içmeye koyuldum. Turgut amcanın, Feride teyzenin, annemin hâlâ kaşıklarını ellerine olmamış olmaları dikkatimi çekince bakışlarımı kaldırarak baktıkları noktaya yüzümü çevirdim. Sancak kara harelerini dikmiş bana bakıyordu. Gözlerini gözlerime diktiğinde başımı ne var der gibi ufak çaplı sallayarak onu kesinlikle hatırladığımı ama önemsemediğimi göstermek istedim. Bir haftadır çaldığı tüm uykularımın sorumlusuna kesebileceğim tek ceza onu görmüyor oluşumu kanıtlamaktı. Gözlerinde saniye saniye artan hayal kırıklığını, yıkımı izledim. Tıpkı onun beni yıkıp geçtiği gibi. Oturduğu yerden kalkıp annesinin olduğu noktaya elini uzattı bu zelzeleye daha çok katlanmamak adına:
"Anahtarı verir misin anne?" Rica ediyor gibi duran cümleye gizlenmiş sabırsız ton sesine yansıyordu. Feride teyze giydiği hırkanın cebinden anahtarı çıkarıp solgun gözleriyle uzattı: "Gelirim ben de şimdi," dedi peşin peşin. Başka bir şey söylemeden sol bacağının önceki günlere nazaran daha farkedilir olan aksamasıyla çardaktan çıkarak kapı önünde duran arabasına gitti. Bagajdan sert, koyu renkli torbalarda duran malzemeleri alarak kendi bahçelerine geçti.
"Gülseli," dedi annem gözleriyle işaret ederek. Cümlenin sonunu duymama lüzum yoktu vicdanımın bangır bangır öten sesinden sebep. Hemen mutfağa geçip Sancak için bir tepsiye gerekecek kadar tabak çıkararak geri döndüm. Durmaksızın dudaklarımın iç kısmını dişlerimin arasına alarak ezdiğimi ancak canımı yaktığımda farkediyordum. Çorbadan, dolmadan, yoğurttan, salatadan tepsiye birer tabak dizdiğimde ortada duran tepside yalnız beş parça börek kalmıştı ve misafirlerin önünden almak asla olmayacağından kendi böreğimi onun tabağına bıraktım.
"Karnıyarıkta koysana Gülseli," dedi annem tepsiyi işaret ederek.
"Pilav olmayınca Sancak patlıcan yemiyor," dedim bir anda düşünmeden. Düşünmeden konuştuğum için bin pişman oldum anında.
"Öyle mi anne?" dedi Ayşe karşısında oturan Feride teyzeye.
"Bilmem," dedi düşünür gibi bir yüz ifadesiyle. Geçen yıl beraber yediğimiz bir akşam yemeğinde tesadüfen dile getirmişti. Babamında patlıcanı pilavsız asla yiyemediğinden söz etmiştik beraberce çay yudumlayarak. "Öyle heralde. Patlıcan olunca pilav ister hep."
"Ayşe," dedim tepsiyi işaret ederek. "Evin yolunu biliyorsun ama Gülseli," dedi yalvaran bir tonlamayla. Bunu bilerek yapıyordu. Ben götürürsem barışacağımıza inanıyordu.
"Ben götürürsem yemez."
"Siz bu sefer çok küssünüz birbirinize," dedi Ayşe oflaya oflaya. Abisiyle küsken onların avlusuna adım atmıyordum. Bu durumda da en çok sıkıntıyı Ayşe bizim adımıza göğüslemek zorunda kalıyordu. "Hiç barışmayacakmış gibisiniz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül KOZASI
Non-Fiction"Demez mi anası, topallığına bakmadan benim kızıma göz koymuş diye? Der. Bu konuyu bir daha açma anne." ****** "Seni yaktım, kül ettim ruhumda; ama yine bana senin kokun geldi. Meğer ben seni küle çevirirken, ruhum iradesizce kokunu saklamış," dedi...