Bölüm 1: Tokyo

325 6 0
                                    

Kaos, Tokyo'yu alışılmadık bir zarafetsizlikle serbest bırakmıştı. Şehir yalnızca bir materyalizm ve suç başkentine dönüşmüştü. Artık gürültüsü, trafik ve inşaatın bitmek bilmeyen kargaşasından başka bir şey değildi. Şehrin eski hâliyle kıyaslayınca huzurlu hatta sessiz olduğunu bile söyleyebilirdiniz.

Birçoğu değişimin farkında değildi. Tokyo neredeyse iki aydır bu vaziyetteydi ancak şehrin üstüne çökmüş sessizliğin sağır edici yorganından duymak zordu. Bu yüzden herkes hayatına devam ediyordu. Bazıları için bu ödevlerini zamanında yapmak, bazıları içinse borçlarını vaktinde ödemek yoksa korkunç sonuçlarla yüzleşmek anlamına geliyordu. Çoğu mükemmel biçimde sıradan, korkunç biçimde dünyevi hayatlarının lüksünün keyfini çıkarıyordu. Postacı Sato örneğin, İkebukuro'daki birçok postacıdan biri olarak basitçe postaları teslim etme işine gidip geliyordu.

Sato yolunun üzerindeki sıradan apartmanlardan birine ulaşırken ıslıkla bir pop şarkısı çaldı. Şarkının sözlerini hatırlayamıyordu, sadece melodi vardı. Doğrusu Sato şarkının adını bile bilmediğinden emindi ve kızının onun yanındayken dinlediği şeylerden biri miydi değil miydi merak ediyordu. Bunların hepsi Sato posta kutularına dairelerin numara sırasına göre postaları bırakırken aklından geçmişti.

Dergiler, faturalar, ıvır zıvırlar... Sato fark etmişti ki bugünlerde postaların pek azında kişisel mektuplar vardı. Şikâyet edemezdi; e-postalar mesleğini eskisine göre biraz daha kolaylaştırmıştı. Yine de bunu düşünürken Sato sonraki dairenin -8 numaranın- bir kartpostal içerdiğini fark ettiği posta yığınını çıkardı. Bunun, Sato'nun son altı haftadır 8 numaraya teslim ettiği ilk kartpostal olmadığını belirtmek önemli olacaktı. Hadise çoğunlukla pek de posta almayan 8 numaraya özeldi. Sato o tipik her şeye burnunu sokan postacılardan değildi, şehrin neredeyse on beş senedir saygın bir çalışanıydı. Ama 8 numaranın ona bir kartpostal göndertecek nasıl bir iş yaptığını merak ediyordu, şeyden... Nereden?

Yanlış olduğunu bile bile, Sato zarflardan birkaçını açtı ve bir göz attı. İnanılmaz derecede yüksek, beyaz bir dikilitaşın bulunduğu kartpostalda kalın ve köhne bir wordart ile "Washington D.C'den selamlar!" yazıyordu. Amerika'nın başkenti değil mi o? diye merak etti Sato. Bununla birlikte Sato elinde olmadan mimari yapının üstünün siyah kalem gibi bir şeyle çizildiğini fark etmişti. Eklenen parçalar anıta hâlihazırda olduğundan daha çok erkeklik organı görüntüsü verirken Sato utanmıştı.

Sato kızararak 8 numaranın posta kutusunu açtı ve çabucak ince posta yığınını içine atıverdi. Sato işini bitiremeden 8 numaranın kapısı uzun boylu ve huysuz bir genç adam tarafından içeriden açılmıştı. Sato içgüdüsel olarak bir adım geriledi, bir canavarı uyandırdığından korkmuştu. Gıcırdayan eski kutularda daima sessiz olmaya çalışırdı. Güneş sabahın bu erken saatinde yine de yakıcıydı, kör edici bir yoğunlukla binaların arasındaki her boşluktan giriyordu. Işınları, paspas gibi sarı saçları iyice gözlerinin önüne düşen genç adamın terasa adımlarken sızlanmasına neden olmuştu. Genç adamın giydiği eşofmanlar ve kirli tişörte bakılırsa Sato onun yeni uyandığından emindi ama postalarını karıştırırken postacıyı takmıyormuş gibi görünüyordu.

"Günaydın, Heiwajima-san." Sato bu noktada birbirlerini görmezden gelmeleri ayıp olacağından selamladı.

"Size de." Öylesine bir yanıt geldi. Çoktan yanmış bir sigara adamın dudaklarında umarsızca sallanıyordu. Genç adam dışarıdaki soğuk havaya rağmen postalarını kurcalarken kapısına yaslandı, neredeyse şubat gelmişti ve Sato şu anda kendisinin içeride olmasını tercih ederdi. Belki de dairesinde sigara içmekten hoşlanmıyordur?

Sato, Shizuo Heiwajima ile kısıtlı miktarda iletişim istemesine rağmen sohbet etme alışkanlığı galip gelmişti. "Bu hafta yeni bir kartpostal almışsınız görüyorum ki!"

To Hell And Back | BL Çeviri - Shizaya |Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin