"Bu kız beni sever, bu kız beni öldürür.."
Hızlı ve fark etmeden geçen iki günün sonunda nihayet Defne ile anne kız günü yapma fırsatımız olmuştu İstanbul'da. Sokak sokak gezmiş, sinemaya gitmiş ve şimdi bir şeyler yemek için bir dükkana girmiştik. Siparişleri alan garson yanımızdan ayrıldıktan sonra ellerini çenesinin altında birbirine kenetlemişti. Bunu soru soracağı ama çekindiği zamanlar çok sık yapıyordu.
"Defne Hanım sorunuzu alayım."
"Nereden anladın soru soracağımı?"
"Ben anlarım. Söyle bebeğim. Ne sormak istiyorsun?"
Saçlarını omuzlarından geriye attı ve ciddi bir tavırla sandalyesinde diklenerek oturdu. Gözlerimin önünde Serkan'ı izliyor gibiydim. Onun hal ve tavırlarını bu kadar kopyalamış olması beni derinden yaralıyordu. Dağ evinde ki geceden, öpücükten sonra bir daha görüşmemiştik. Ne ben şirkete uğramıştım, ne de o aramıştı. Aramasını beklemek saçmaydı, ona veda eder gibi bakmıştım o gece. Hala bir şeylerin beklentisinde olduğum için kendime kızıyordum her an.
Defne derin bir nefes aldı ve aynı şekilde ellerini kenetleyip masaya koydu. "O robot abi-"
"Serkan Bey. Evet?"
"Neden sürekli seninle konuşmak istiyordu?"
Sorunun ardından kendimi geriye bıraktım. Ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Cevap verip verebileceğimi bile bilmiyordum. Aklında bir sürü cevapsız sorular vardı ve cevaplamak için o kadar yorgun ve korkaktım ki, o soruların aynısı kendi zihnimde dolanırken ben bile kaçıyordum onlardan. Aynaya baktığımda yansımam bana o soruları sorar diye korkar olmuştum aynalardan, benliğimden. "Hiç" dedim sesim kendiliğinden kısılırken. "İşle ilgili."
Sesini çıkarmadan başını salladı ve sonrasında gelen yemeği yemeye başladı. Defne bir şeyleri idrak etmeye ve soru sormaya başladığı dönemde korktuğum ne varsa başıma tek tek geliyordu yavaşça. Belki de onu Türkiye'ye getirmemeli, belki biz buraya hiç gelmemeliydik. Kaybetmeyi seçtiğim bu savaş meydanıma onu da indirmek, yaptığım büyük hatalardan biriydi. Gördüğü her cesedi soracak, duygularımı bir gün anlayacaktı. Defne'nin çoktan bitirdiği yemeği ben daha yeni çatalla dürtmeye başlamıştım. İstanbul'u ona tam anlamıyla gezdirememiştim ve bunu bahane ederek erken kalkmıştık.
"Şimdi nereye gidiyoruz hanımefendi?"
"Bilmem."
"Peki, spontane geziyoruz o zaman!"
Son kelimeyi bilmiyordu fakat buna rağmen beni onayladı. Radyodan rastgele bir şarkı açtığımda çalmaya başlayan şarkı ile birlikte radyo ile uzun bir süre bakıştık. Sanki bütün dünya benim inadıma çalıyor gibi hissetmiştim o an. Buna rağmen şarkıyı kapatmayıp sesini daha çok açtım.
. . .
"O zaman bu şarkı bize gelsin."
. . .
"Yapma Eda, hatırlama. Hatırlama, lütfen hatırlama.. O unuttu sen de unut. En azından dene."
Boğazıma dizilen her hıçkırığın üzerine defalarca yutkunarak yok saymıştım içimdeki patlamayı. Derin derin nefesler alıyor ve ardından yutkunuyordum. Daha çok yutkunuyor, daha çok nefes alıyordum. Defne'nin yanında ağlayamazdım. Onun sorularına henüz hazır değildim. Bu yüzden şarkıyı değiştirip kendimi toplamaya çalışmıştım. Gün boyunca onun yanındayken, kahkahalarına ve heyecanla karışık merakına maruz kaldığımda, içimde battığını hissetmeye başladığım cam parçalarını tekrar silmiştim hafızamdan. Gezdiğimiz her mekanı iyice inceliyor, benden fotoğraflarını çekmemi istiyordu. Onun bu fotoğraf merakı iyice gözüme girmeye başlamıştı. Sürekli güzel bir şeylerin fotoğraflarını çekmemi istiyor ve gün sonunda onları iyice inceliyordu. Onun ileride başarılı bir fotoğrafçı olacağını hayal etmek bile kalbimi kelebekler misali uçurmaya yetiyordu. Belki de Serkan Bolat kadar başarılı olur ve benim bahçelerimi fotoğraflardı. "Anne! Bunun da fotoğrafını çeek!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A N K A
RomanceBenim hikayemde Defne Apollon'un peşinden çok koşmuş olsa da bir noktada yorulmuştu. Apollon ona geri döndüğünde her şey için çok geç kalınmıştı. Çünkü hikayenin sonu çoktan yazılmıştı.