"Dikkat edin! Sizin, hanımlarınızın üzerinde hakkınız vardır. Hanımlarınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin hanımlarınız üzerindeki hakkınız, namuslarını muhafaza etmeleri ve hoşlanmadığınız kimselerin evinize girmesine izin vermemeleridir. Dikkat edin! Hanımlarınızın sizin üzerinizdeki hakkı ise onların giyim ve gıda ihtiyaçlarını güzelce karşılamanızdır." (Hadis-i Şerif)
"Ne düşündün?"
Gecenin ortasındaki ağır sessizliği ben bozdum. Sorduğum sorudan sonra Uraz'a baktım. O ise hâlâ yağan yağmuru izliyordu. Çenesini çevreleyen sakallarına takıldı gözlerim. Dudakları, burnu... Hepsini ayrı ayrı süzdüm.
"Ne hakkında?" diye sordu sessizce. Gözlerimi ondan çekip tekrar gökyüzüne diktim. Usulca omuz silkip, "Yani..." diye mırıldandım. "Benimle evleneceğini duyduğunda."
Başımın altındaki göğsünü nefesle doldurdu. Şu an sol tarafında olmak ve kalp atışlarını dinlemek isterdim fakat ânı bozmadım. "Bilmem..." dedi. "Bu konu hakkında belki ileride açıklama yaparım."
Kaşlarımı çattım. Ellerimi dizine bastırarak kendimi ondan uzaklaştırdım. Yüzüne bakarak, "Ne demek bu?" diye sorduğumda bana kısa bir bakış atıp tekrar kolunun altına çekti. Aynı yerimi alırken konuştu.
"İleride açıklama yapacağım demek."
Dudağımı büzüp, "Neden?" diye sordum. İleri bir zamanda açıklanacak neyi vardı bu konunun? Derin bir nefes daha aldıktan sonra başımın üzerine ufak bir buse kondurdu.
"Şöyle söyleyeyim o halde," diye söze girdiğinde zafer kazanmışçasına gülümsedim. Benim hakkımda ne düşündüğünü merak ediyordum. "Başta gerçekten bunu hırsın için istediğini düşündüm ve reddettim. Sonra ciddi olduğunuzu anlayınca akışına bırakma kararı aldım."
Derin bir soluk alıp verdikten sonra, "Benden farkın yoktu yani birbirimizi tanıma konusunda," dedim. Cevap vermedi. Başımı tekrar kaldırıp yüzüne baktığımda ifadesizce gökyüzünü izliyordu. Bu evet mi demekti? Başımı indirip susma kararı aldım ve onun gibi gökyüzünü izledim.
Bir süre sessizce durduk öylece. Erken kalkmıştım ve uykumun geldiğini hissediyordum fakat uyumak istemiyordum. Ne kadar direnirsem direneyim vücudumu esir alan esnemeye engel olamamıştım. Elimi ağzıma kapatıp genişçe esnedikten sonra Uraz kafasını eğip yüzüme baktı.
"Uykun mu geldi?"
Gözlerimi kırpıştırıp yutkundum.
"Sayılır ama uyumak istemiyorum."
Kolunu omuzumdan çekip masada duran vişneli keke uzandı. Ben kendiminkini yemeseydim şu an birlikte yiyor olacaktık. Sevgili midem, bazen gerçekten gıcık olabiliyorsun.
Tabağı eline alıp kekin köşesine çatalını batırdı. Gözlerimi kekten alamazken Uraz elindeki çatalı ağzıma yaklaştırdığında afalladım fakat bozuntuya vermeden -seve seve- ağzımı açtım. Keki çiğnerken ağzıma yayılan vişne tadıyla iç çektim. Uraz da aynı çatalla kekten bir parça ağzına atıp çiğnemeye koyuldu.
O keki yemeye devam ederken gözlerimi yüzünden alamıyordum. Çok güzel bir yüzü vardı, lekesiz ve düzgün. Düzgün bir burnu, biçimli çenesi ve çenesini çevreleyen kirli sakalı... Böylesine oranlı yakışıklı erkeklerin sadece kitaplar ve filmlerde var olduğunu sanırdım. Fakat şu an yanımda oturan adam ya da belki de eşim demeliyim, oldukça yakışıklıydı. Koyu kahve saçları, elâ gözleri, kalın kaşları... Öyle güzel duruyordu ki yüzünde. Vücudu fazla iri değildi. Ortalama bir vücuda sahipti fakat yine de yüzünün güzelliği sanki tüm dış görünüşünü bir kenara itip buradayım diye bağırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADERİMSİN
Romance❝Aşkı güçlendiren zaman değil, sadakattir.❞ Onun şatafatlı sözleri yoktu, şükürleri vardı. O romantik olmayı iki mumla beceremezdi; elime bir kahve verir, karşıma geçip gerçek romantizmin aslında sadakat olduğunu gösterirdi. Sevgisini diliyle değil...