"Eğer sana hainlik etmek isterlerse (bil ki) onlar daha önce Allah'a da hainlik etmişlerdi de Allah onlara karşı (sana) imkan vermişti. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Enfal, 71)
Aldığım derin nefesler beynime ulaşmadan kendini imha ediyordu sanki. İçim daralıyor, bütün bunların kendi hayal ürünüm olmasını temenni ediyordum.
Gözlerimi sonunda boşluktan çekebildiğimde Büşra'ya döndüm. O da aynı şekilde bana bakıp tedirgin bir biçimde gülümsedi. Kendi fikrini belirtmek istemiyor, daha çok benden gelecek herhangi bir tepkiye savunma hazırlıyor gibiydi. Fakat acı gerçek şuydu ki nasıl bir tepki vereceğimi ben de kestiremiyordum. Derken mutfak kapısından içeri giren Zeynep, tüm bu donuk ortamı yumuşatmıştı.
"Selam kızlar!"
"Aleyküm selam," diyerek hissiz bir cevap veren Büşra'ya nazaran ben daha sıcak kanlıydım.
"Hoş geldin Zeynep, otursana." Bir sandalye çekip Zeynep'e oturmasını işaret ederken Büşra ile göz göze gelmiştik. Şaşırmıştı bu davranışıma, açıkçası ben de şaşırmıştım. Bu durumda daha panik ve kontrolsüz olan taraf ben olurdum çünkü.
"Yok oturmayayım, ben bir selam vereyim diye gelmiştim. Birazdan içeri geçeceğim tekrar."
Bu kez Büşra öne atılıp, "Nasıl gidiyor?" diye sordu Zeynep'e. Ben hala şaşkınlığımı üzerimden atamadığım için kenara çekilip masanın üzerindeki sürahiden su doldurdum kendime.
"İyi, siz?" dedi fakat bu sorunun asıl olarak bana olduğunu tahmin etmek zor değildi. Büşra olumlu cevap verip Zeynep'le sohbete girmeye çalışarak beni biraz olsun kurtarıyordu.
Suyumu sakince yudumlamaya çalışırken aklıma gelen ampul misali fikir yüzünden içtiğim su soluk boruma kaçmış, nefesimi keserek beni bir öksürük krizine sürüklemişti. Ardı arkası kesilmek bilmeyen öksürükler artınca elimi göğsümün üzerine koyup kendimi toparlamaya çalıştım. Büşra'nın yanıma geldiğini, en önemlisi ise hemen yan tarafımda Zeynep'in olduğunu gördüğümde ne kadar tam olarak kendime gelememiş olsam da, "Zeynep senin soyismin ne?" diye bir soru attım ortaya.
Zeynep soruyla olayın alakasızlığında kaybolmuş bir şekilde avel avel yüzüme bakarken Büşra hayırdır bakışı attı bana. Fark ettirmeden Büşra'ya göz kırpıp tekrar Zeynep'e döndüm.
"Soyismim mi?" dedi şaşkınlıkla. Hızla kafamı yukarı aşağı sallayıp, "Yani hiç konusu geçmedi, merak ettim," dedim. Çarpık bir şekilde gülümseyip, "Sen de haklısın, ileride alacağın soyismini bilmek istiyorsun değil mi?" dedi ve ardından umarsızca kıkırdadı. Yüzümü ekşitip hafifçe kolundan ittirdim Zeynep'i.
"Böyle söylemen hoşuma gitmiyor, iyi ki bir soyadını sorduk," diyerek sahte bir kızgınlığa büründüğümde tekrar kıkırdadı ve "Akın," dedi. "Soyismim Akın."
Yüzüm olayın gerçekliğiyle bir kez daha düşerken, "Hmm," demekle yetindim. Büşra ne yaptığımı anlamış, Zeynep'in soyismini duyunca da şaşkınlıkla dudaklarını aralamıştı.
Gerçekti işte. İçerideki adam Uraz Akın'dı, kaderim diye düşünüp evlenmeyi sorgusuzca kabul ettiğim adam... İsyan edip reddetmeye zerre hakkım yoktu. Aileme, arkadaşlarıma, kendime defalarca "Hayırlısı bu, hissediyorum," diyerek kanıtlamaya çalıştığım adam, okulda karşılaşıp bir türlü normal bir anımızın olmadığı biriydi. Saçmalama Merve diye geçirdim içimden. Cidden çocuk gibi birkaç defa tartıştık diye adamı kendime düşman mı belleyecektim? Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı cidden bilmiyordum ve gecenin sonunun güzel bitmesi için dua etmeye başlamıştım bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADERİMSİN
Roman d'amour❝Aşkı güçlendiren zaman değil, sadakattir.❞ Onun şatafatlı sözleri yoktu, şükürleri vardı. O romantik olmayı iki mumla beceremezdi; elime bir kahve verir, karşıma geçip gerçek romantizmin aslında sadakat olduğunu gösterirdi. Sevgisini diliyle değil...