"Rabbim! Beni tek başıma bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın." (Enbiya, 89)
Saklambaç gibiydi hayat; bazen benliğin saklanıyordu senden, bulmaya çalışırken daha da siliniyordu anıların. Eğer eninde sonunda bulamazsan, hayat denen oyun seni ebeliyordu ve sen de çıkıyordun bu oyundan.
Muhtemelen duvardaki en küçük boya pıhtısının bile yerini ezberlediğim sıradaydı... Büşra omuzumu birkaç defa dürtmüş ve beni peşinden gitmem için komuta etmişti. Ayağa kalktım ve oturmaktan birbirine girmiş eklemlerimi esnettim. Büşra önümde telaşlı adımlarla bir yere yürürken ben de koşar adım yetişmeye çalıştım yanına. Fakat sürekli önüme biri ya da bir şeyler çıkıyordu.
Ona yetişemediğim için hoplayan sinirlerimi kontrol etmeye çalışarak konuştum. "Ters giden bir şey mi var?"
Salondan çıkana kadar arkasına bile bakmadan hızlı adımlarını sürdürdü. Onun peşinden sonunda ben de çıkabildiğimde yetişip kolundan tuttum. Ben bir kez daha sormaya kalmadan kendi cevapladı.
"Damat tarafı kınayı getirirken yolu karıştırmışlar. Babam da başka kimse yok gibi beni yolladı, nerede şimdi bunlar?"
Telaşlı ifadesi yüzünden tedirgin oldum. Her şey çok ani gelişmişti ya da ben zaman kavramından uzak kalmıştım. Bu akşam Beyza ablanın kınası yapılacaktı, yarın da düğünü vardı. Kına ve düğün arasına en azından bir gün sıkıştırmaları iyi olabilirdi; gelin veya damadı değil, arkadaşımı düşündüğümdendi bu fikrim. Günlerdir stresten yemek bile yemediğine emindim. Her şeye kendisi koşması gerekiyormuş gibi hissediyordu sebepsiz, oysa Sevgi teyzenin bile ona bu telaşı için kızdığına şahit olmuştum.
Onun kadar mücadeleci olmak isterdim fakat ben sevdiğim adamın güvenine tekrar kavuşmak istediğimde bile başkasını kullanmayı seçmiştim.
Büşra elindeki telefonla acele acele bir şeyler ararken etrafa göz gezdirdim. Küçük bir salon tutmuşlardı fakat bahçesi genişti. Kına kadınlar arasında olacaktı. Katılan ufak tefek erkek kısmı için bahçede çardak gibi bir alan düzenlenmişti.
Hava yeni yeni kararmaya başlarken bahçe girişinin oradan bir ışık huzmesi çarptı bedenime. Gözlerim o yöne dönerken gelen araba konvoyunu görüp Büşra'yı dürttüm. Bana dönmeden, "Sonunda!" nidasını bıraktı usanmışça. Tepki vermedim. Sadece kınayı getirenlerin salona girmesini izledim. Sevgi teyze ve Büşra onları buyur ederken usulca içeriye girip kenara bıraktığım çantamı alarak lavaboya gittim.
Aynanın karşısına geçip bir süre kendimle bakıştım. Yüzüm çok solgun duruyordu. Büşra inatla üzerime açık mavi bir elbise giydirse de yüzüme renk ekleyecek hiçbir şey bulamadık. Makyajdan oldukça uzaktım zaten.
Yüzümü bir iki defa bol suyla yıkadıktan sonra başımdaki siyah şalı düzelttim. Çantamı koluma takıp lavabodan çıkarken yüzüme en basitinden bir gülümseme yerleştirmeye uğraştım ve geniş salona doğru yürüdüm.
İki gün daha olmuştu. İki gündür Uraz'ı görmüyordum. En azından yüzünü gördüğümde vicdanım çıkıyordu ininden, içime serin sular serpiliyordu. Ama şu iki gün... İki gün zehir gibi geçmişti.
Zeynep'e ikide bir ne yaptığını soruyordum fakat ailesine çaktırmadan bir şeyler aramakta zorlanıyordu. Daha Uraz'a ulaşamamıştı bile. Gerçi Uraz'ın telefonunun nerede olduğunu dahi bilmediğini hesaba katarsak bu çok normaldi.
İç çektim.
Salona girerken tavırlarım gayet sakindi fakat aniden koluma yapışıp beni nereye olduğunu anlamadığım bir tarafa çeken el tüm sakinliğimi uçurmuştu. Adımlarımı ona uydurmaya çalışırken gürültü ve kalabalık arasında önümdeki kişiyi algılamaya çalıştım. Zeynep'ti. Gelin odasına götürülüyordum. Pekâlâ.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADERİMSİN
Romance❝Aşkı güçlendiren zaman değil, sadakattir.❞ Onun şatafatlı sözleri yoktu, şükürleri vardı. O romantik olmayı iki mumla beceremezdi; elime bir kahve verir, karşıma geçip gerçek romantizmin aslında sadakat olduğunu gösterirdi. Sevgisini diliyle değil...