"Onlar, inananlar ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur." (Ra'd, 28)
Hayat çok mu hızlı geçiyordu? Yoksa ben hayata gözlerimi mi kapamıştım? Sanki her yaşadığım tuhaf olayın ardından zaman akarken ben donuyordum ve geçen zamanı kaçırıyordum. Hızla geçen zamana karşı hiçbir şekilde bir sempati beslemediğim âşikardı fakat yine de dışardan bakınca garip geliyordu.
Saçmalamayı bırakıp önümdeki test kitabına çevirdim bakışlarımı. Annem pazar günü geldi diye âdeta kilitlemişti beni bu odaya, yaklaşık iki saattir duraksamaksızın test çözmekten beynim jöle kıvamına gelmişti.
Fotosentez...
Hayır yani, bu çiçeklerin besin üretmesi neden bu kadar önemseniyordu ki? Onlar canlıysa biz de canlıyız, hatta öğrenci olanından. Biz olmasak sanki besin üretebileceklermiş gibi her yerde bilgileri var bunların. Hey, bitki kardeş! O besini üretmen için karbondioksiti ben veriyorum sana.
Saçma saçma sorular soruyorlar. Oysa ki soruları ben hazırlasam şöyle sorular sorardım:
Soru: Merve neden bu kadar acı çekiyor?
Cevap: Neden olacak? Tabii ki aşk acısı çekiyor.
Sınavımdan tam not almayan öğrenci olmazdı ve o genç yavrucakların hayır dualarını toplardım.
Beni düşünce okyanusundan çekip çıkaran yine bir telefon zili oldu. Sandalyeden kalkıp yatağımın kenarındaki komodinin üzerindeki telefonumu aldım elime.
Esra'm arıyor...
Hem beni saçan sapan düşüncelerden kurtardığı için hem de fazla bekletmek istemediğim için çabucak açıp kulağıma götürdüm telefonu.
"Efendim?"
"Selamun aleyküm Merve. Ne yapıyorsun?"
"Aleyküm selam. Yaklaşık iki saattir duraksamaksızın test çözüyordum."
"Hım," dedi Esra düşünür gibi. "İyi misin bari?"
"Karbondioksit görmüş kireç suyu gibiyim," dedim. Tek nefeslik bir gülüşle, "Çok fena!" dedi. "Pekâlâ, seni kurtarayım o zaman. Çay suyu koy, vişneli kek aldım; beş-on dakikaya oradayım."
"Allah razı olsun senden Esra," dedim genişce gülümseyerek. "Işık hızıyla demliyorum çayı. Nasıl da canım çekmişti vişneli keki."
"Tamam, hadi acele et," dedi ve kapattı telefonu.
Yerimden kalkıp kapıya yöneldim ve kapı kolunu yavaşça indirdim. Birden karşımda annemi görünce geriye doğru sıçradım ve baş parmağımla üst damağımı yukarı itip, "Tövbe bismillah," dedim. "Ay anne, korkuttun beni."
"Nereye bakalım küçük hanım?" dedi ellerini beline yerleştirirken.
"Esra geliyor anne, kek almış da. Çay demle dedi."
Tek kaşını kaldırıp, "İşiniz gücünüz gıybet, eğlence..." dedi ve kenara çekilip bana yol verdi. Umursamadan zıplaya zıplaya mutfağa gittim ve çaydanlığın altına su koyup ocağa bıraktım.
Çok geçmeden kapı çaldı, koşarak açmaya gittim. Ben kapıyı açarken annem de yanımda belirdi. Kapıyı açtım ve karşımda elinde poşetlerle bekleyen Esra'ya gülümsedim.
"Selamun aleyküm Fatma Teyze."
"Aleyküm selam kızım. Hoş geldin, gir içeri haydi."
Esra poşeti bana verip ayakkabılarını çıkardı, benim odama yöneleceğimiz sırada annem bizi durdurdu. "Mutfakta işlerim var benim, oturma odasında oturun rahat rahat."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADERİMSİN
Romance❝Aşkı güçlendiren zaman değil, sadakattir.❞ Onun şatafatlı sözleri yoktu, şükürleri vardı. O romantik olmayı iki mumla beceremezdi; elime bir kahve verir, karşıma geçip gerçek romantizmin aslında sadakat olduğunu gösterirdi. Sevgisini diliyle değil...