"Kuşkusuz bu Kur’an en doğru olana iletir; dünya ve âhiret için yararlı işler yapan müminlere, kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler. Âhirete inanmayanlara gelince, onlar için de ağır bir azap hazırladık." (İsra, 9-10)
"Hadi Merve! Nerede kaldın?"
Uraz'ın seslenişi yüzünden son cümleyi yazarken elim titremiş, mürekkep kaymıştı. Sinirlerim bozulmuştu, niye dikkatimi dağıtmıştı şimdi? Pekâlâ, nedenini biliyordum. Final haftasındaydık ve günlerdir aralıksız ders çalıştırıyordu bana. Ders çalışırken normalde olduğundan çok daha katı biri oluyor, kitaplardan soğumamı sağlıyordu. Ben de bunalıp tuvalete bahanesiyle kaçmış ve defterime bir şeyler karalamıştım. Uraz'ın beklediğini bilsem de şöyle bir göz gezdirdim sayfaya.
"Uraz iyileşeli birkaç gün oluyor. Tam iyileştiği zaman sınavlarım başladığı için olsa gerek, gözüme çok katı gelmeye başlamıştı. Öyle ki acaba iyileşmese miydi diye düşünmeye bile başlamıştım.
Şakası bir yana, Uraz şu yirmi küsür yıllık hayatımda rastladığım en sıra dışı insan. Bazen gerçekten düşünüyorum, hangi yaptığımın mükâfatı diye. Onca karmaşık, onca acı verici olayın üzerine öyle güzel geldi ki... Bir ilaç misali dokundu yüreğime.
Pek bir söyleyeceğim yok aslında Uraz. Bilirsin, söylemekten ziyade hissettirmeyi seçeriz biz.
Yine de biraz insaflı olsan karıcığına karşı, hiç fena olmaz."
Defteri kapatıp hızlıca komodinin gözüne sakladım. Uraz yukarı gelip bakmasın diye de hızlıca odadan çıktım. Banyo hemen çaprazımda olduğu için o tarafa doğru geçtim ve banyonun kapısını açıp kapadım. Bu şekilde gerçekten banyodan çıkıyormuş izlenimi veriyordum. Daha sonra da sırtımı dikleştirip merdivenlerden indim.
Son basamağı inerken Uraz yine seslendi. "Hadi ama Merve!"
Sıkılgan bir nefes bırakıp mutfaktan içeri girerken, "Geldim hocam," dedim sesli bir şekilde. "Tuvalete de gidemeyeceksek yani..."
Güler gibi oldu ama sadece oldu. Gülmedi. Elindeki kalemle çaprazındaki sandalyeyi işaret edip oturmamı istedi. Kafam bir milyon Uraz ya, bugünlük bitirsek mi?
Sandalyeme otururken suratım askıdaki montum gibi asıktı. Amacım yüzüme bakıp anlamasını sağlamaktı ama pek de ümitli değildim. Gerçekten çok çalışmıştık ve artık çalışmak istemiyordum. Dersi kaynatmaya çalıştım. O soruyu okurken ben işaret parmağımı burnuna rastgele taktığı dinlendirici gözlüğe dokundurdum.
"Gözlük de ne güzel yakışıyor be! Tabii, yakışıklının hali başka oluyor."
Kafasını parmağımdan uzaklaştırıp gözlüğün üstünden bana baktı. "Bir haftadır takıyorum bu gözlüğü Merve, konuyu dağıtma."
Çok beklersin.
Tekrar soruya dönerken hafifçe öksürdü. O daha soruya başlamamışken ellerimi yüzüne yerleştirip kendime çevirdim ve endişeli bir ses tonuyla birlikte kaşlarımı çattım.
"Öksürdün mü sen Uraz? Yoksa hastalığın geçmedi mi? Ay ben hemen sana kalan ıhlamurdan demleyeyim, bir şeyciğin kalmaz."
Hızlı hızlı konuşup sandalyeden kalkmaya yeltendiğimde elini bileğime sarıp durdurdu beni. "Bir şeyim yok Merve, otur şuraya."
"Olmaz, içmen lazım," derken bileğimi elinden kurtarmaya çabalıyordum. Benimle birlikte ayağa kalktı ve beni omuzlarımdan ittirip yerime oturttu. Şaşkınca suratına bakarken de tezgaha doğru ilerleyip konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADERİMSİN
Romance❝Aşkı güçlendiren zaman değil, sadakattir.❞ Onun şatafatlı sözleri yoktu, şükürleri vardı. O romantik olmayı iki mumla beceremezdi; elime bir kahve verir, karşıma geçip gerçek romantizmin aslında sadakat olduğunu gösterirdi. Sevgisini diliyle değil...