"Kimin, Allah yolunda bir tek saçı ağarırsa, bu kıyamet günü onun için bir nûr olur." (Hâdis-i Şerif)
Dün gece yatakta sabaha kadar kıvranmıştım. O sayfayı orada görememek defterimin gizliliğinin kalmadığını gösteriyordu. Ne yapacaktım şimdi? Biri çıkıp defterimi bile alabilirdi, o zaman ne yapacaktım?
Aslında bir fikrim vardı ama düşünmek istemiyordum işte. Bazen gerçekleri bilirsin fakat dilin varmaz ya söylemeye, hah işte tam o noktadaydım. Dün eve geldiğimde abimi odamda görmüştüm, onun aldığını düşünüyordum fakat bir yanım da istemiyordu onun almasını. Çıkıp bir anda o sayfanın hesabını sorarsa ne diyecektim? Abim sert mizaçlı biri değildir normalde, yalnızca kardeşinin aşk meşk işlerine bulaşıp günaha girmesini istemezdi.
Derin bir iç çektim. Kolumu masada kaydırarak iyice gömdüm kafamı. Kolumun dürtüldüğünü hissetmiştim ama kafamı kaldırmak istemiyordum. Fakat inadına ısrarla dürtülüyordu kolum. Sonunda dayanamayıp sinirimi kustum.
"Ay ne var?"
Büşra gözleriyle uzak bir noktayı gösterip kolumu dürtmeye devam ediyordu.
"Şu gelene bak."
Kafamı kaldırıp Büşra'nın gösterdiği yere baktım. Kafeteryanın buğulu camının ötesinde, ayakta sigara içen bir erkek topluluğu vardı. Aralarından bir tanesi de topluluktan ayrılıp kafeteryaya yürüyordu. Bakışlarımı Büşra'ya çevirdiğimde gülmemek için dudaklarını sıkıp kafasını önüne eğiyordu. Çocuk bizim masanın yanından geçip arkalardaki bir masaya oturunca Büşra kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Bir süre bir şey söylemeden böyle bakmaya devam edince dayanamadım.
"Ay Büşra! Sabahtan beri bir garipsin. Ben o filmlerdeki kankalar gibi bakışarak anlaşamıyorum, direkt söyle işte."
Küçük bir kıkırtıdan sonra sonunda konuşmaya karar verir gibi yerinde kıpırdadı.
"Merve..."
İşte şimdi çıldıracaktım. Lafı dolandırıp dolandırıp yine kendi ağzına tıkıyordu. Sabırsız bir nefes aldığımda devam etti.
"Şu yanımızdan geçen var ya..." He Büşra, var. Ama ben yokum, çıldırtıyorsun adamı. "Adı Mustafa."
"Gerçekten mi?" dedim sanki şaşırmışım gibi bir hava vererek. Söylediklerinden tek bir anlam bile çıkaramıyordum fakat o benim ciddiyetsizliğimi bile ciddiye alacak kadar saftı. "Gerçekten," dedi ve elini yanağına dayayıp gözlerini tavanda bir yere sabitledi. Hülyalı hülyalı bakıyordu ki koluna vurup kafasını sarstım.
"Ya Büşra, az akıllı ol ya!"
Sevimli bir kızgınlıkla yüzüme bakıp hesap sorar gibi başını salladı. Ben de üzülmesin diye bu kez ciddiye aldım ve dinlemek için çenemi elime yasladım.
"Tamam, hadi anlat."
Sevinçle gülümserken gözleri parıldadı. Oturduğu sandalyede sırtını dikleştirip hafifçe bana yaklaştırdı bedenini. Bu hâlleri farklıydı, onda bir şeyler olduğunu sezmiştim fakat bu çocukla alakasını kestiremiyordum.
"Ben geçen gün kütüphanede test çözüyordum tamam mı?"
Tamam.
"Sonra derse girmek için ayağa kalktım ki bu çocuk da yanımdan geçiyordu. Tabii yanım dediğim de nedense masanın dibi. Aynı anda hareket edince benim kitaplar sen dağıl! Hepsi bir anda yere düş! Çocuk da nezaketen toplamaya koyul-"
"Sakın göz göze geldik ve ilk görüşte aşık oldum deme!"
Gözlerini devirdi.
"Yok kız. Az dinle beni." Başta aldığım dinleme pozisyonunu tekrar aldığımda devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KADERİMSİN
Romance❝Aşkı güçlendiren zaman değil, sadakattir.❞ Onun şatafatlı sözleri yoktu, şükürleri vardı. O romantik olmayı iki mumla beceremezdi; elime bir kahve verir, karşıma geçip gerçek romantizmin aslında sadakat olduğunu gösterirdi. Sevgisini diliyle değil...