Saklambaç

520 20 16
                                    

Fazladan yaşadığımız her saniyenin,bir kelebeğin hayallerini süslediğini fark etmeyecek kadar aptalız. Tıpkı bir şarkının sözlerinde binlerce kişinin yaşamından bir parçanın olduğu gibi. Kimsenin geri kalanından haberi olmamasına rağmen her birimizin hisleri,bir şarkının herhangi bir satırında birleşip,tamamlanıyor. Aslında fazla şey istediğimiz yok. Sadece onu istiyoruz. Sadece her şeyi unutmak ve ona sımsıkı sarılmak.. Hiç boş bir sayfaya,üzerine ne ekleneceğinizden habersiz büyükçe bir imza atmış gibi hissettiğiniz oldu mu ? Ayaklarınızı yönetecek güce sahipken,adım atmak için bir başkasının emrini beklediniz mi ? Ruhum bedenimden ince ince süzülüyordu. Geriyeyse gücü oldukça tükenmiş etten ve kemikten oluşan bedenim...
Aramızdaki onlarca mesafeye karşın kalbinin ritmini tam olarak bastığım koyu zeminden duyuyordum. Teninin sıcaklığı onca insana rağmen soğumadan bana ulaşıyordu. Düşüncelerim,herhangi bir romanın satırlarında gezinen meraklı parmaklar gibiydi. Ne olacağını, hayal gücünün yettiği kadarıyla kestirmeye çalışıyor ve merak ediyordu. Adımlarımı kısık kısık atıyor ve gittikçe ona yaklaşıyordum. Geride bıraktıklarım umrumda değildi. Gözlerimi bir saniye bile olsa sırtından ayırmıyordum. Ayaklarımı soracak olursanız,zaten onları yöneten ben değil hislerimdi. Bu yüzden onlara güveniyordum. Söylemeyi çoktan bırakmıştı,sadece şarkının melodisinden ibaretti. Biraz sonra yanına varacaktım. Aniden,bakışlarımı ayırmadığım siyahlık yerini loş kırmızı ışığa bıraktı. Ne olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Gitmişti. Belki o bile değildi. İnsanlar birbirine benziyordu. Bilhassa herkes siyah bir bere,siyah bir tişört geçirip arkasını dönebilirdi. Hala ilerlemeye devam ediyordum. Melodi yerini hafif bir ritime bırakmıştı.Sahneye çıkan merdivenlerin tam önünde dikiliyordum. Tereddüt etmeden adımlarımı basamaklara doğrulttum. Her bir basamağı çıkarken,parmaklarımı herhangi bir romanın her hangi bir satırında gezdiriyordum. Boş sandalyeye yavaşça oturup mikrofonu elimde sıkıca kavradım. Ufak bir kesim beni fark edebilmişti. Sadece yerde duran siyah kaplı gitara ulaşmaya çalışıyordum. Bir yabancının parmaklarını koyduğu perdelere,ince parmaklarımı zarifçe yerleştirdim. İhtiyacım olan şeyi yapmaktan çekinmezdim. Şu an tamda bunun üzerine yoğunlaşmıştım. Titreyen tellere,kalbim eşlik ediyordu. Dudaklarımı mikrofonun başına yaklaştırdım.
"Sokaklar sakin, geceler karabasan.." "Ellerim titrer kim bu ben kim bu susan ?" "Ne soran var ne bilen ! Sebebim yok bana kıyan.." "Erkeğim sen gül vazgeçtim rüyalardan." Şimdiyse tamamının dikkatini çekebilmiştim. Kafamı kaldırıp insanlara odaklandım. Kime baktığımı bilmiyordum. Aslında kimseye baktığım yoktu ben sadece kendimi duymaya çalışıyordum. Belki biraz olsun konuşmaya ihtiyacım vardı. Biraz olsun sevmeye,biraz olsun sevilmeye...
"Beni sevmezsen,yağmurları sev." "Bulutlar ağlasın,sen gül Güneş doğsun yeniden." Şimdi nereye baktığımı biliyordum. Siyahların içinde masum bir ışığı andıran gülüşünü izliyordum.
"Gidiyorum gözüm yaşlı.. Hatıran har yüreğime. " "Sen sev yağmurları,yağmurlar yağsın üzerime."
"Gidiyorum gözüm yaşlı,ah yine yol yol üstüne.. Sen sev yağmurları yağsın...." "Yüzüme, yüzüme.." Sesimi duyabildiğimden şüpheliydim. Melodik bir fısıltıyla devam ettim. "Yüzüme..."
Insanlar kafasını iki yöne sallayıp alkış tutturuyordu. Bunu onlar için yapamıştım. Tamamen özel bir anımdı ve yalnız olmayı yeğlerdim. Gitarı eski yerine koydum. Parmaklarım hala perdelerin üzerindeydi. Onlara doğru eğildim. Dokunduğu yerlere ufak bir öpücük kondurup gitara değilde sanki ona konuşuyormuş gibi fısıldadım. "Beni sevmezsen yağmurları sev,gülüşü siyah kokulu adam."
***
Günler birbirini kovalıyordu ve ben bu süre zarfında amaçsızca etrafta dolanıyordum. Okulun kararıyla bir hafta boyunca kapma gitmek üzere yarın yola çıkacaktık. Sözde hem eğlenip hem öğrenecektik. Çocuk mu kandırıyordu bunlar ? Kimsenin orada ders çalışacağı yoktu. Gitmeyi hiç mi hiç istemiyordum. Hatta bunun yüzünden Mira'yla yüzlerce kez tartışmıştık. Fakat okulun zorunlu tutmasından sonra, verdiğim kararların geçerlilik yönü hızla sönmüştü. Havalar soğuk olduğundan yazlık bir kamp yerine gidecek halimiz yoktu. Kolay tahmin edileceği üzere, dağa kamp kuracaktık. Bir diğer gereksiz haber ise sadece bizim okulumuz yoktu. Her zaman olduğu gibi ikiz okulumuz da bizi yalnız bırakmayacaktı.
Ertesi gün valizlerimiz ellerimizde Kübra,Yeliz ve Mira'yla birlikte kamp otobüsünün gelmesini bekliyorduk. Yanıma fazla bir şey almamıştım,yanımdakilerin aksine. Az sonra otobüs gelmişti. Yerlerimizi aldıktan sonra nihayet yolculuk başlamıştı. Bundan önceki bir haftayı evde annem,Beril ve Şans'la birlikte geçirmiştim. Huzur doluydu ama geçici olduğunu biliyordum. Ve işte,çoktan geçmişti. Uğur'la hiç konuşmuyorduk. Mira, parti gecesi şarkıyı bitirdiğimde ellerini yumruk yapmış bir şekilde aniden fırlayıp dışarı çıktığını söylemişti. Acaba ne hissediyordu ? O da benim gibimiydi ? Çaresiz,umutsuz,aptal bir ergen gibi.
Bu harika manzarayı izlerken,geldiğimizin farkına bile varmamıştım. Yeliz'in dürtmesiyle irkildim. Toparlanıp aşağı inmeyi başarıp valizimi aldım. İki Kişilik barakalardan oluşan,her yerin beyaz örtüyle kaplandığı,uzun ve sık ağaçların bulunduğu bu yerdeydik. Aslında buna sevinebilirdim,az da olsa huzur vaat ediyordu.
Mira'yla beraber kalacaktık. Esma hoca kalabalığı susturmayı başararak dikkatleri üzerine çekebilmişti.
"Evet çocuklar şimdi çekiliş yapacağız ve çıkan numaraya ait olan barakaya yerleşeceksiniz. Kalacağınız arkadaşınızla aranızda anlaşın bir kişi kura çekecek." diyerek torbayı karıştırmaya başladı. Bizden Mira çekecekti. doğrusu pek şanslı sayılmazdım bu yüzden de riske atmak istemedim. Kısa süre sonra,sıra bizdeydi. Mira torbaya elini sokup karıştırmaya başladı. Bir kart çekti ve "On üç !"diye bağırdı. Şaşırmıştım. On üç,benim uğurla rakamımdı. Valizlerimizi sürükleyerek on üç numaralı barakayı arıyorduk. Arkamızda bir grup daha vardı. İçlerinden biri "İşte,on iki !" diyerek yanındakine seslendi. Ve bu ses Uğur'a aitti. Omuzlarım hüzünle çöktü. Şuan tek sevincim on üçü aramak zorunda kalmayacak olmamızdı. Uğur ve Kavin'in dibimizde kalması değildi. Mira'da ne hissettiğimi anlamıştı ve bu yüzden sadece omzumu sıvazlamakla yetindi.
Barakanın içi oldukça şirindi. Bir adet ranza ve üçlü küçük bir koltuk vardı. Camın hemen önündeyse kahverengi soba duruyordu. Mira sevinçle ellerini çırptı. "Harika olacak." Buruk bir gülümsemeyle karşılık verdim. Valizimizi kapının arkasına koyup yanıma koyduğum bir çift çarşafı yatağıma geçirdim. Ben üstte yatacaktım. Böylesi daha iyiydi. Bitişiğindeki minik cam sayesinde yıldızları seyredebilecektim. Bunu düşünürken buruk gülümsememin yerini gerçekçi bir gülümseme aldı.
"Böyle ol işte, keyfini çıkar. Buraya kar topu oynamaya,ateş yakıp çılgınca dans etmeye geldik. Mutlu olmaya bak,sıkma canını." Mira'nın sesi üzerine ona doğru baktım.
"Haklısın. Deneyeceğim." Kulaklığımı takıp yatağıma uzandım. Rastgele bir şarkıyı açıp ellerimi başımın arkasında birleştirdim. Son ses çalan şarkıyı algılayamıyordum bile. Kafamdaki seslerin üstesinden gelecek kadar gürültülü değildi. Bazen sağır insanların şanslı olabileceklerini düşünüyordum. Hiçbir şey duymamak,her şeyi duymaktan kat ve kat daha iyiydi. Kafan rahat oluyordu,sadece kendini dinliyordun. Bunları düşünecek duruma geldiğime inanamıyordum. Çok olmamıştı hayallerimin şehrine geleli. Ruhum bu kısa süre içinde büyümüştü. Büyümek çocuk işiydi ve zaten çocuk ruhluydum. Sonra değişti. En başta hayatım,arkadaş çevrem,düşüncelerim,hislerim hatta duygularım bile değişmişti. Can'ın hayatıma girişi mucizeydi. İyi ya da kötü, ben mucizelere inanmazdım. Daha önce hiç kimseyi öpmediğini söylemişti. Buna rağmen yılbaşı gecesi hatırlamadığı kadar kızla sadece ihtiyaçlarını gidermek için çıktığını da söylemişti. Lanet olmasın ki bu nasıl bir ihtiyaçtı anlam veremiyordum. Yinede bütün o siyahlığa şahit olmuştum. Bu sadece siyah değildi. Bütün o,korkuyu,çaresizliği,pişmanlığı,acımayı,öfkeyi barındıran;sevgi ve güveni yutan bir siyahtı. Can böyleydi işte. Gülüşü siyah kokan adamdı.
***
Epey bir süre kulaklıklar kulağımda düşüncelerimi dinlemiştim. Artık hepsini ezbere biliyordum. Tıpkı sevdiğin şarkı gibi fakat ben sevmiyordum. Sadece onları kusmakla meşguldüm. Valizimden çıkardığım boğazlı beyaz kazağımı üzerine bordo montumu ve gri eldivenlerimi geçirdim. Altımaysa kalın jean pantolonumu giydikten sonra tek ihtiyacım olan şapkaydı. Yine bordo renkli tepesinde küçük pofuduk şapkamı da taktıktan sonra hazırdım. Mira'yla beraber dışarı çıkmıştık. Anonsa göre birazdan kar topu savaşı yapacaktık. Ve kimse bunu kaçırmak istemezdi. Dışarı çıktığımızda herkes çığlık çığlığa kendini oradan oraya savuruyordu. Amaçsızca yürüyordum. Birden görüş alanıma yüzüme doğru gelen büyük kar topu girdi. Zamanım yoktu,beni yakalamıştı. Gözlerime kaçmaması için son anda onları kapatmıştım. Etrafıma baktığımda Özgür pişmiş pişmiş sırıtıyordu. "Sen şimdi görürsün!" diye tatlı bir sinirle bağırdım. Yuvarladığım yığını avuçlayıp Özgür'e doğru fırlattım.Daha önceden söylediğim gibi nişan konusunda berbattım. Şimdide olduğu üzere,hiç şaşırmayacağım şekilde isabet edememiştim. Başka birinin kafasına gelmişti. Aman Tanrım ! Ellerimi kesmek istiyordum. Neredeyse Uğur'un kafasını yaracaktım. Özgür eskisinden daha pişmiş gülüyordu. Uğur atanın ben olduğumu fark etmişti. Ki zor da değildi. Ellerim ben yapmadım der gibi havadaydı ve masum bir çocuk gibi ona bakıyordum. Kısaca benim yaptığım ortadaydı. Bir an bu halime güleceğini sandım. Dudaklarını birbirine bastırmıştı. Karşılıklı durmuş birbirimizi izliyorduk. Ardından Uğur başka bir saldırıya maruz kalmıştı. Atan kişiyse Sıla'ydı. O gün bankta konuşulanları hatırladım. Çıktıklarını iddia etmişlerdi. Bu düşünce kaşlarımı çatmama sebep oldu. Uğur çoktan görüş alanımdan çıkmıştı. Şimdiyse Sıla'yı kovalamakla meşguldü. Aldırış etmemeye çalıştım. Tekrardan bir kar topu yapıp olacaklardan habersiz masum yakışıklımız,Kavin'e yöneldim.
-
Avını izleyen bir kaplan gibi Özgür'e baktım. Diğerlerine saldırıyordu. Mavi beresi ona o kadar çok yakışmıştı ki.. Bu soğuğa aldırış etmeyen ağzımın suyu çoktan akmaya başlamış ve kısa süre sonra çenem buzul vadisine dönüşmüştü. Kendi kendime bir plan yapıp yine kendi kendime yaptığım planıma onay vererek tiz bir kahkaha attım. 'Hadi kızım Mira ! Zafer senindir! ' Resmen kendi kendime antrenörlük yapan bonus kafalı şizofrenin tekiydim. Düşüncelerimden sıyrılıp,sinsice arkasından yaklaştım. Olduğum yerde zıplayarak boynuna atlamayı başarmıştım. Sırtı bana dönük olduğundan şu an Özgür'ün sırtındaydım. Uğradığı şaşkınlığı kullanıp elimdeki topu yüzüne bir güzel yedirdim. "İşte!" Deli gibi bağırdım. "Zafer,zafer benimdir diyenindir!" Bir elim Özgür'ün boynunda sarılı olduğundan tek elimi kaldırıp zafer işareti yaptım.
"Öyle mi küçük hanım? Şimdi görürsün gününü." diyerek ne olduğunu anlamadan beni yere fırlatıp üzerime çıktı. Ne kadar ittirmeye çalışsamda asla o kasların hakkından gelemezdim. "Ava giden avlanır derler güzelim." Güzelim ?! Zeus'un koça kıçı aşkına ! Bana güzelim demişti ! Hemen şimdi bayılabilirdim. Özgürse iyice üzerime eğiliyordu. Aramızda çok az mesafe vardı. Nefesi yüzüme çarpıyordu. O kadar tatlıydı ki.. Bense onun gözünde sümükleri akmış,burnu kızarmış sarı saçlı bir gorilden ibarettim. Gözlerimi kocaman açmış onu izliyordum. Nasıl bir duruma düşmüştüm böyle ? Ellerini başımın hemen yanına karın üzerine koymuştu. Altında sıkışıp kalmıştım. Büyük ihtimalle kızarmıştım. Ve o,yaklaşmaya devam ediyordu. Olamaz ! Buna izin veremezdim. En azından sağlığımı göz ardı edecek kadar aptal aşık değildim. Ya da öyleydim. Of ! Gözlerim istemsizce dudaklarına kayıyordu. Bu gökten inme meteor ne yaptığını zannediyordu ? Acaba konuşmayı unutmuş olabilir miydim ? Deneyip görmem gerekiyordu. Zor da olsa cırtlak sesime ulaşmıştım.
"Biliyor musun ?" Keskin bakışlarım dudaklarında yoğunlaşmıştı. Hınzır bir sırıtış yayılmıştı dudaklarına. Muzipçe, "Neyi ?" diye sordu. Başımı hafifçe kaldırıp soğuktan kızarmış kehribar renkli dudaklara yaklaştım. Gülüşü iyice yüzüne yayılmıştı.
"Ahmağın tekisin !" Dikkatini dağıttığım için şanslıydım. Çevik hareketlere altından sıyrılmayı başarmıştım. Tanrım,yüzündeki ifade paha biçilmezdi. Şimdi sırıtan bendim. Ve gittikçe yüzüme yayılıyordu. Kara dayadığı ellerini hafifletip yüz üstü düştü. Sonra dönerek sırt üstü uzandı. Eliyle boynunu sıvazlayıp güldü. Ne ? Gülmüş müydü ? Kalkıp beni öldürmesi gerekmiyor muydu ? Yüzüm aniden asıldı. Eli ensesinde melodik bir kahkaha attı. Kaşlarım şaşkınlığımı belli edercesine gökteki yerini aldı. "Lanet herif !" Kendimden bir haber bağırmıştım. "Gülüşün bu kadar güzel olmak zorunda mıydı ?" Yan çevirdiği başını aniden bana çevirdi. Ne demiştim ben öyle ! Allah'ım lütfen içimden söylemiş olayım. Lütfen,lütfen,lütfen.
"Seni duydum sümüklü cadı." dedi alayla. Ne yapacağımı bilmiyordum. Söyleyecek bir şey bulamıyordum. Hızla arkamı döndüm ve ayaklarımın popoma değdiğini umursamadan olabildiğince uzağa,ondan uzağa koştum.
-
Ellerimi yanan sobanın üzerinde gezdiriyordum. Kavin beni kara gömmüştü. Çoraplarım dahil her yerim ıslanmıştı. Yağmurun altında sırıl sıklam olmuş köpek yavrusu gibiydim. Ama yağan yağmur değil,kar;ıslanan köpek değil,bendim. Temiz ve kuru kıyafetlerime kavuşmuştum. Birazdan akşam yemeğine gidecektik. Mira'yla kısa bir sohbete giriştik. Özgür'ün onun üzerine çıkışını ve yaptığı salaklıkları anlatıyordu. Gülmeden edemiyordum. Bu ikisini izlerken kendimi ilk defa sirke giden dokuz yaşında,yaramaz bir oğlan çocuğu gibi hissediyordum. Çok geçmeden akşam yemeği anonsu duyuldu. Yemeklerimizi yedikten sonra kamp ateşi yaktık. Ateşin etrafında sadece bizim okuldan öğrenciler yoktu. Buna rağmen oldukça sıkı fıkı olmuştuk. Tam karşımda,bağdaş kurmuş vaziyette oturan Serdar yüksek sesle konuşmaya başladı.
"Geleneksel saklambaç oynamaya ne dersiniz?" diye sordu kalabalığa doğru. Herkesin ağzından onay verdiğini belli eden çığlıklar yükseliyordu. Kulağa ürpertici ama bir o kadar da eğlenceli geliyordu. Ardından Serdar'ın liderliğinde ebeyi belirledik. Ebe diğer okuldan Mete diye bir çocuktu. Sakallı iri yarı bir tipti. Bu karanlıkta ona kendimi yakalatıp kalp krizi geçirmeye hiç niyetim yoktu. Fazla uzaklaşmamak koşuluyla oyuna başladık. Mete elliye kadar sayacaktı ve benim bu uçsuz bucaksız ormanda saklanacak bir yer bulmam gerekiyordu. Herkes dört bir yana koşuyordu. Ben hala yerimde duruyordum. Mete otuzlara gelmişti. Ani bir titremeyle kendime gelip nereye gittiğimi bilmeden ormanın derinliklerine doğru koşmaya başladım. Biraz korkuyordum. Uzunca bir süre geçmişti.Hala koşmaya devam ediyordum. İnsan sesleri gittikçe uzaklaşıyordu. Neden durmuyordum,hiçbir fikrim yoktu. Kafamı arkaya çevirmiş koşuyordum. Sonuçta arkamdan ayı çıkıp beni yiyebilirdi. Değil mi ? Vücuduma aldığım sert darbeyle sarsıldım. Bir şeye çarpmıştım. Ağaç olmalıydı ya da ağaç kadar sertti. Ardından kollarımı sıkıca tutan ellere baktım.
"Bu nefis kokuyla yakalanmayacağını mı sandın kuzucuk ?" Kafamı yukarıya kaldırdım. Ses Mete'ye ait değildi. Yanılmamıştım. Ve bu yüz kesinlikle Mete'nin yüzü değildi.
^^
Selam! Aceleye gelmiş bir bölüm oldu aslında. Bunun nedeni çoğu zaman yazmak için desteğe ihtiyacım oluyor ve bu nadiren gerçekleşen bir şey. Neredeyse 4 K OLDUK ! Inanın okuyucu çok önemli. Siz ve görüşleriniz olmazsa ben de olmam. Lütfen canlarım,yorum ve beğenilerinizi eksik etmeyin. Sizce Mete değil de kim olabilir ? Desteklerinizi bekliyorum. Öptüm ! 😘😇😎😍☺️😉

Bir Küçük İzmir HikayesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin