O günün ardından günler birbirini kovalamış, en sonunda bekledikleri gün gelip çatmıştı. Her geçen saniye, ikiliyi tatlı bir gerginliğe sürüklüyordu.
Kaldı ki üç gün içinde çıkmayan kaos ve yaygara kalmamıştı, ikisinin de arkadaşları bunun doğru bir karar olup olmadığını sorguluyordu.
Temelde haklılardı, Jeno sadece üç gün öncesinde hislerini kabul edip benimsemişti, Jaemin ise vakit kaybetmek istemeyerek öne atılmıştı.
İkisi de ne hakkında konuşacaklarını bilmiyordu.
Aslına bakılacak olursa Jeno Jaemin'e açılmaktan ziyâde daha çok ona hislerini aşılamayı düşünüyordu, yavaş yavaş. Belki birine âşık olduğunu söyleyerek Jaemin'in tepkisini ölçerdi ya da tam tersini yapıp artık arkadaşı olarak göremeyeceğini belli ederdi.
Jeno üç gün boyunca ne diyeceğini düşünebileceğini sanmıştı ancak beklediği gibi kolay olmamıştı bu. Birden aklına gelen kelimelerle buluşmayı teklif etmiş, üstüne üstlük söylemesi gereken şeylerden bahsetmişti. Anın büyüsüne kapılmak işte bu yüzden tehlikeliydi.
Jaemin ise neler olacağını kestiremiyordu, duygularını haykırmak istese de Jeno'nun karşılıksız bırakacağı düşüncesi onu korkutuyor, haykırma isteğinden vazgeçiyordu. Belki de Jeno'nun ne diyeceğine bağlı olarak o da o saniyeler içinde bir şeyler düşünüp uygulayabilirdi. Evet, en sonunda bu kararı vermişti güzel prens.
Bir saat içerisinde buluşacaklardı ve ikisi baş başa vakit geçireceklerdi. Jaemin yalnız olacaklarını her düşündüğünde karnına saplanan kramplardan sağlam bir şekilde çıkmayı başarıp kendine geliyordu. Bu düşünce onu neden bu kadar heyecanlandırıyor bilmiyordu, sonuçta bir şey yapacak değillerdi. Sadece takılıp konuşacaklardı.
"Hâlâ Jeno'dan hoşlandığına inanamıyorum. Yani Jeno'dan bahsediyoruz sonuçta, bildiğimiz prens Lee. Hani eskiden düşmanın olan?" Renjun yaşananlara inanamıyordu, şimdi de arkadaşı onunla yalnız başına buluşacaktı.
"Ben de inanamıyorum, umarım hiçbir şey ters gitmez. Sizin yüzünüzden Chenle'dan uzaklaşmak istemiyorum."
"Niye herkes bu kadar âşık ya?" Renjun isyan eder gibi konuştuğunda hepsi de göz devirmişti.
"Jeno ile düşman olduğum günler çok uzak geliyor artık, nefreti hak etmeyecek kadar iyi birisi o. Şimdiye kadar onun sayesinde güzel duygular yaşayamamam Tanrı'nın bana verdiği cezaymış resmen." Jaemin ne giyeceğini bilemez hâlde gardrobunun önünde dikilirken Donghyuck hışımla onu kenara itmiş, her zamanki gibi kıyafet işlerindeki sorumluluğu ele almıştı.
Üçünün de sarayda belli bir görevi ve sorumluluğu vardı: Jisung bitkilerden ilaç yaparak ileride şifacı olmak için çalışıyordu, Renjun resim atölyesinde kendisinden istenen tabloları yaparak sarayın estetik görünümüne katkıda bulunuyordu, Donghyuck ise tasarım bölümündeydi; kralın ve Jaemin'in çoğu resmi kıyafetini kendisi tasarlayıp dikiyordu.
"Makyaj yapmamı ister misin?" Renjun mırıldandığında Jisung da prense dönmüştü.
"İstersen ben de saçını yapabilirim."
"Hayır, hayır. Beni iyice gereceksiniz şimdi, normal bir şekilde gidip buluşacağım. Bu kadar basit." Jaemin anında itiraz edip reddettiğinde ikili kafalarını sallamakla yetinmişti.
"Bunları giy." Donghyuck seçtiği kıyafetleri Jaemin'e uzatıyordu.
Bol bir kot pantolon ve beyaz tişört seçmişti, Jaemin bunları giyerken aksesuarlara bakmayı ihmal etmemişti Donghyuck. İnce zincirli, ucunda kelebek olan kolyeyi prensin boynuna takarken Jaemin de kendisine verilen yüzükleri ince parmaklarına yerleştiriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
enemies to lovers | nomin
Fanfictionİki dost krallığın birbirinden nefret eden iki prensi vardı.