"Hayır, çilekten nefret ederim. Seninle çilek toplamaya gelmeyeceğim."
Şu anda Jaemin ve Jeno telefonda konuşuyorlardı ve saat sabahın dördüydü. Telsiz telefonlarının şarjı oldukça azalsa da birbirlerine veda etmek istemiyorlardı.
İkisinin de duygularının gün yüzüne çıktığı gün, öpüşerek geçirdikleri saatler sanki peri tozu serpiştirilmiş gibiydi. Gerçekliği zihinlerine oturtana kadar epey zaman geçmiş, yine de birbirlerinden ayrılırken memnun olamamışlardı.
"Beni yalnız mı bırakacaksın yani? Halbuki çilek topladıktan sonra birlikte güzel zamanlar geçiririz diye düşünmüştüm."
Jeno'nun manipule edici konuşmasından sonra Jaemin gülmekten geri kalmamış, hattın diğer ucunda bile olsa sevgilisinin ikna etme kabiliyetine karşın içten içe şaşırmıştı.
"Pekâlâ, ama o çilekleri bana yediremezsin. Anlaştık mı?"
"Sen nasıl istersen. Ayrıca şimdi uyusan iyi olur, öğlen gideceğiz çünkü."
"Sen neden uyumuyorsun?" Jaemin'in sorusuyla Jeno duraksamış olsa da hafif kıkırtısı Jaemin'in kulaklarına dolmuş, istemsizce gülümserken bulmuştu kendisini.
"Geçen hafta bu saatlere kadar seni düşündüğümden dolayı uyuyamıyordum, alışmışım geç uyumaya."
"Ne o, kendine yedirememiş miydin yoksa?" Jaemin alay dolu konuşmasından sonra Jeno'nun onaylayıcı mırıltılarını duymuştu.
"Kolay bir süreç olmadığı konusunda hemfikiriz bence? Senin de bunu kendine kolay kolay yedirebildiğini düşünmüyorum aslında."
Jaemin cevap vermek için ağzını açmasıyla birlikte odasındaki ışıkların gitmesi bir olmuş, şaşkınlıktan tepki bile verememişti.
"Elektrikler gitti sanırım, bir saniye bekler misin?" Jaemin yatağından doğrulurken konuştuğunda Jeno'nun cevap vermesini beklemiş, ancak cevap gelmemesiyle birlikte telefonunun şarjının bitmiş olduğunu anlamıştı.
"Tam da zamanıydı." kendi kendine mırıldanarak telefonu yatağına atıp odadan çıkmıştı bile.
Tam da düşündüğü gibi; karmaşa yoktu. Zaten bu saatte pek uyanık insan da olmazdı. Lâkin ellerindeki mumlar ve gaz lambaları ile oradan oraya koşturan saray görevlileri sorunu çözmeye çalıştıklarını belli ediyorlardı.
Arkadaşlarının yanına gitmek istese de onların çoktan uyuduklarını, hatta kırkıncı rüyalarını gördüğünden emindi Jaemin. Bu yüzden isteğinden vazgeçip yavaşça merdivenlerden inmeye başlamıştı, onu uyanık gören çalışanlar ise şaşırıyor, bir şeye ihtiyacı olup olmadığını soruyorlardı.
Aklına gelen fikirle heyecanlanmadan edememiş, sabahın dördü olmasına rağmen yüzünde güller açmıştı.
"Hey, sorunun ne olduğunu çözebildiniz mi?" Jaemin koşuşturan askerlerden birini durdurmuştu.
"Hayır, ancak korkmanıza gerek yok. Kısa süre içerisinde çözeceğiz."
"Bak ne diyeceğim, ben Lee sarayına gitmek istiyorum. Sabah olduğunda babama söyler misin orada olduğumu? Sorun etmeyeceğine eminim."
"Elbette söylerim fakat sizinle gelmeme izin verin, şu saatler tehlikeli olabilir."
"Hayır, hayır. Sorun yok. Hatta şu yeterli olacaktır, ne olur ne olmaz yani." Jaemin askerin cebindeki parlayan hançere uzanıp aldığında gülümsemeyi ihmal etmemişti.
"Ama-" askerin itiraz etmesine kalmadan Jaemin hızlıca yürümeye başlamıştı bile.
Sabahın karanlığı ile birlikte serinliği de kendini son derece belli ederken Jaemin kararlı ve seri adımlarla ağaçların arasından geçiyor, sessizlikte sadece kendi adım seslerinin çıkmasını sağlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
enemies to lovers | nomin
Fanfictionİki dost krallığın birbirinden nefret eden iki prensi vardı.