9.BÖLÜM

54.8K 1.6K 364
                                    

O mükemmel olaylı günün ardından 3 gün geçmişti. Otele ve işlere alışmıştım. Otelin kesinlikle personel ve mutfak sorunu vardı.

Tahmin edildiği üzere aşırı lüks bir oteldi. Ama personel kalitesi birkaç departmanda o kadar düşüktü ki, şok geçirmiştim.

Mutfak sorunu ise yemekler lezzetliydi ama çeşit azdı. Dünya mutfağına pek girilmemiş, fast food tarzı takılıyorlardı. En önemlisi ise Türk mutfağı yoktu. Dünyanın en zengin mutfağı olan Türk mutfağından tek bir yemek bile yoktu.

Hasan'dan en başta dünya mutfağına hakim olan bir Türk aşçı bulmasını istemiştim. Söylediğimden 2 saat sonra aşçı gelmişti ve eli çok lezzetliydi. Bu durumdan müşterilerin de memnun olduğunu, dün akşam yemeğinde şahit olduğum restaurantın yoğunluğundan anlayabiliyordum.

Bu sabah yine Mert'in üzerinde uyanmıştım. Bu duruma ikimizde alışmıştık ve bana sert yastık bulmamaya devam ederse, daha çok ezilirdi.

Sabah her zamanki gibi önce o duşa girmişti, ardından ben girmiştim. Çok çabuk hazırlanıyordu, ben hazırlanırken de işlerini hallediyordu.

Bugün otelle ilgileneceğimden açık haki rengi kumaş bir takım, içime krem rengi basic bir crop giymiştim. Evet şişmandım ama hiçbir zaman kiloluyum ben onu giyemem, yakışmaz triplerine girmedim. Yakışır ya da yakışmaz umrumda değildi, giymek istiyorsam, giyerdim.

Restauranta indiğimizde hiç bu kadar kalabalık olduğunu görmemiştim. Özellikle çok kahvaltı yapan misafirlerimiz yoktu. Ama şimdi neredeyse oturacak yer yoktu. Türk aşçı gerçekten çok başarılıydı, her ülkenin yemeklerinden vardı.

En çok Türk yemeklerinin yendiğini görünce kafamın içinde 'Irmağının akışına ölürüm Türkiye'm' çalmaya başlamıştı.

Aşçının Antepli olması ise Hasan'ın bana geçtiği mükemmel bir kıyaktı. Mutfak sorunu büyük ölçüde hallolmuştu, şimdi sıra personel probleminde idi...

Hasan, Yusuf ve hala adını bilmediğim üç koruma ile oteli dolaşıyordum. Gözüme çarpan şeyleri Hasan'a söylüyordum ve o hallediyordu. Ingiltere'ye dair en sevdiğim şey Hasan idi sanırım. Her eve lazımdı bu adamdan.

Ilk başta hanımefendi diyordu bana ama şimdi yenge demesi için ikna etmiştim. Mert'in çalışanından ziyade arkadaşıydı o, kardeş gibilerdi ve birbirlerine karakter olarak o kadar benziyorlardı ki, anlatamam.

Ben de onunla iyi anlaşıyordum, buradaki ilk arkadaşım olmuştu sanırım. Aramızda çok işime yarayan bir şifre bile geliştirmiştik. Yapmamam gereken bir şey olduğunda 'Arya', normalde yenge diyordu.

Lobbye girdiğimizde bir müşterinin resepsiyonistle tartıştığını gördük. Müşteriyi bi yerden tanıyordum ama çıkaramamıştım. Bu tartışma kesinlikle üslupsuz bir tartışmaydı. Maria(önbüro müdürü)'de oradaydı ama olaya müdahale etmiyordu.

Hızlı adımlarla deske ilerlerken resepsiyonistin "Umrumda değil." dediğini duydum. Hiç kimseyle bu üslupla konuşamazdı. Müşteri her zaman haklı değildir ama yapıcı olması gerekirdi.

Müşterinin yanına ilerleyip "May I help you?(Yardımcı olabilir miyim?)" diye sordum. May kalıbı resmi durumlarda kullanılırdı ve bu müşteriyi her zaman daha önemli hissettirirdi.

"Sonunda! Yetkili biriyle görüşmek istiyorum." derken suratını bana döndü. Antonio Berardi... Oha aşıktım lan bu adama, efsane dans ediyordu.

Ağzımın suyu akıp, gözlerimden kalp fışkırtırken "Buyrun yardımcı olayım, siz lütfen kafeye geçin, hemen geliyorum." deyip tebessüm ettim. Onaylayıp, kafeye doğru gitti

CANHIRAŞ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin