Mavi gözlerinin eski ışığı yoktu artık. Bedenini sarmalayan korkunun pençeleri etini kestikçe aldığı her nefesin onu ölüme giden yola doğru ittiğini biliyordu. Zavallı bir sirk hayvanı gibi zincirlendiği yerde sonunu bekliyordu. Korkudan olması gerekenden çok daha hızlı ve sık atan kalbi artık yorgundu ama Deniz, zalim kaderine tevekkülle boyun eğdi. Bir daha ne kızını, ne sevgilisini, ne de ailesi bildiği insanları göremeyecekti. Savaşmaktan vazgeçti. Zaten en başından beri mağluptular.
Ruhi'den yediği yumruklar ne hikmetse ona yıllar önce öldürdüğü kocasını hatırlatmıştı. Kocasından dayak yediği zamanları hatırlarken hafifçe güldü. Ruhi'yi de kocasını öldürdüğü gibi öldürmesi mümkün müydü emin değildi, ancak adam gururunu, haysiyetini, cesaretini ve onu harekete geçirecek tüm itici güçlerini etkisiz hale getirdiğinden bırak kalkıp savaşmak; bulunduğu yerden kıpırdamak bile istemiyordu. Gerçi istese de kıpırdayamazdı. Bileklerindeki zincirin sıkılığı artık can yakıcı olmaya başladı.
Bulunduğu oda kapkaranlıktı. Deniz küçükken karanlıktan nasıl korktuğunu hatırladı. Sanki bugün her şey ona geçmişinden bir parça anımsatmak üzere hareke geçmişti. Ölümüne birkaç dakika kala tüm yaşantısı gözünün önünden akıyor gibiydi. Hayatının Azra'dan önceki kısmı komple karanlıktı. Azra'dan sonra yaşamanın ne demek olduğunu anlamıştı.
Hayata onunla tutunmuştu. Kızı Ecem'in acısını onunla unutmuş, onun şefkatiyle ayağa kalkmış, sevgisiyle kalbinde ve ruhunda açılan derin yaraları onarmıştı. Azra'nın gülüşüne bakınca başında dönüp duran kara bulutlar dağılmış, yerini parlak güneşe bırakmıştı.
Ne zaman kızını hatırlayıp canı sıkılsa Azra'ya sarılıp avutmuştu kendini. Onun sayesinde yaşamaya başlamış; en az Ecem kadar sevip bağrına bastığı yavrusu Birce'ye de yine Azra'nın ona sunduğu hayatla kavuşmuştu.
Şimdi ise her şeyini bugün kaybedeceğini biliyordu.
Sessizliği, açılan kapının gıcırtısı kesip attı. Odaya ışık dolarken gözlerini sımsıkı kapattı, ne zaman ki gözleri ışığa alıştı, o zaman açabildi. Karşısında artık ailesinden fazla gördüğü Ruhi'yi göreceğini bilerek gözlerini açsa da bambaşka birisi vardı odada.
Deniz önce afalladı, zira karşısındaki figürü tanıyor ama nereden tanıdığını bir türlü hatırlayamıyordu. Hayalete benzeyen bir kadın duruyordu az ötede; rengi bembeyaz, saçları üç numaradan biraz uzun, gözleri ışıksızdı. O da Ruhi gibi simsiyah giyinmişti. Dudakları çürümüş gibi mosmordu.
Dikkatli bakınca bu figürü tanımış, gözleri ardına kadar açılmıştı. Dudakları hafifçe aralandı ve bir fısıltı duyuldu: "Zerrin..."
Gözlerinin oyun oynadığını düşünmeye başladı. Karşısındaki gerçekten Zerrin olamazdı, olmamalıydı. Yıllar önce onu arkada bırakmışlardı. Hatta Türkiye'deki kimliklerine, hayatlarına dair her şeyi orada bırakıp yeni insanlar olmuşlardı. Oysa şimdi geçmişten bir esinti tenine değiyor, tüylerini kabartıyordu. Dudakları titreyerek birbirlerine vurmaya başlarken Zerrin'in donuk yüzünde bir parça üzüntü gördü.
"Ah Deniz... Benim biricik sevgilim." dedi Zerrin korkunç sesiyle. "Sevgili ne demek bilir misin? Liseli saçmaları gibi el ele tutuşmak veya yine liseli deyimiyle 'çıkmak' değil. Sevilen, aşık olunan kimseye denir. Sen benim sevgilimdin. Hem de sevildiğini bilen ama karşılık vermeyecek kadar zalim olan bir sevgili."
"Zer-"
Soğuk kadın, Deniz'in lafını kesercesine elini havaya kaldırdı. "Dur. Henüz değil." dedi sesini bir oktav kalınlaştırarak. "Önce bütün bunların anlamını öğreneceksin, sonra; eğer biraz yüzün varsa, cesaretin kaldıysa kendini savunmana izin vereceğim."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Siyahtan Koyu
Fanfiction"Kalbim saf iyilikle beslendiği sürece dışım varsın, siyahtan koyu gözüksün." Bir parça kızıl, bir tutam mavi: Onlar büyük bir planla hapishaneden kaçmış iki kadın da olsa, birbirlerinin kalplerinde hala birer mahkumlar. Azra ve Deniz kaçak olarak y...