Gözlerimi açtığımda ilk düşündüğüm şey "ÖLMEMİŞTİM". Peki asıl soru şu: "nasıl ölmemiştim ve ben neredeydim?" O uçurumdan düşüp ölmemek bir mucizeydi sanırım. Her yerim ağrıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştım ama kalkmak bir yana, parmağımı kıpırdatacak halim yoktu. Sanki bütün kemiklerim kırık gibiydi ki o an gerçekten de bileğimin ve ayağımın sargılı olduğunu fark ettim. Çevreme baktım. Buraya daha önce hiç gelmemiştim. Küçük, tahta bir kulübeye benziyordu. Biraz karanlık sayılırdı ve içerisi eski eşyalarla doluydu. Biraz sancı sesiyle karışık bağırmaya çalıştım.
-Kimse yok mu?
İçeriden hiç ses gelmiyordu. İnanılmaz bir acı çekerek de olsa nerede olduğumu anlamak ve buradan gitmek için ayağa kalktı. Eşyalara tutunarak ve tökezleyerek kapıya gittim. Bu halde çıksam bile pek uzaklaşamazdım, bütün kemiklerim kırık gibi hissediyordum. Kapıya vardığımda elimle kulbu çevirmeye çalıştım ama büyük bir acıyla inledim. Sanırım bu bileğim gerçekten kırıktı. Öteki elimle kulbu çevirdim, kapı kilitli değildi ve açıldı. Kapının önündeki iki basamağı atlatmak için iki ayağımı kullanmam gerekiyordu, alçı gibi sarılı olan ayağımı yere koymamla dengemi kaybettim. Beni bir kol tuttu. Kimin tuttuğuna bakmak için başımı kaldırdım. Beni tutan ve muhtemelen bu kulübenin sahibi, yaşlı bir adamdı. Ortalama elli, atmışlarında; şişman, sakallı biriydi. Yaşlı olmasına rağmen sırtında birsürü odun taşıyordu. Ponçik bir yüzü vardı ama bu ona güvenmem için yeterli değildi.
Yaşlı adam: Hey hey hey, bu halde gitmeyi düşünmüyordun değil mi?
Bir şey söylemedim ve garip bir yüz ifadesi takındım. Beni içeri taşıdı ve biraz önce yatıyor olduğum koltuğa yatırdı.
-Sizi tanıyor muyum?
Yaşlı adam: Pek sanmıyorum. Bu arada ben Thomas, sen kısaca Tom diyebilirsin.
-Beni siz kurtardınız değil mi?
Tom: İsmini söylemeyecek misin?
-Stiles.
Konuşurken tamamen hissiz ve sorgular bir ifadeye sahiptim. Hala olayları kavramaya çalışıyordum.
-Son hatırladığım uçurumdan düşüşümdü. Beni siz mi kurtardınız?
Tom: Seni bence tanrı kurtardı ama kısmen evet diyebilirim. Oradan düşüp hayatta kalman bir mucize.
-B-benim arkadaşlarım nerede beni aramış olmalılar. O-onları görmem gerek.
Tom: Yavaş ol evlat. Henüz kırıkların iyileşmedi bile. İyileştikten sonra seni bizzat ben götürürüm. Şimdi dinlenmene bak.
Bana zarar vermeyeceğini düşündüm. Hemen karşımda olan, bu odanın içindeki mutfak kısmına ilerledi. Ocağın üstündeki kazanı karıştırmaya başladı ve dışarıdan gelirken çıkardığı çantasından bir ot çıkarıp içine attı. Karıştırmaya devam etti. İçimdeki sorgulama isteğine engel olamıyordum.
-Kaç gündür buradayım?
Tom: Bir hafta sayılır.
-NE?
Tom: Ahahahah, şaka yapıyorum evlat. Henüz bir gün oldu.
Derin bir iç çektim. Rahatlamıştım. Düşündüm de Derek beni arıyor olmalıydı. Ona haber vermem gerekiyordu. Elimi cebime atıp telefonumu çıkardım. Tabiki de çalışmıyordu. Tom, tenceredeki şeyi bir kaseye boşaltıp yanıma geldi. Bana içirmeye çalıştı. Tabiki ilk başta içmedim.
Tom: Biliyorum, bana güvenmiyor olabilirsin ama seni iyileştirmeye çalışıyorum. Buna koyduğum ot bir tür şifa otu. İçen kişiyi inanılmaz bir hızda iyileştirmesiyle bilinir.
İçtim. Ne de olsa şu an bana zarar vermek için bir ilaca gerek yoktu. Bir şey yapacak olsa kendimi bu halde savunamayacağım açıktı. Çorba tarzı olan otu her neyse ondan üç kaşık içtim. Bir anda kemiklerimdeki acı yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bileğime bakıp oynatmaya başladım.
Tom: Daha iyi değil mi? Bu ot için dışarıdaydım.
Topladığı odunları sobaya atmak için kalktı. Ateşin yükselmesiyle oda daha da aydınlandı. Az önce yaşadığımın büyüleyiciliğinden çıktım.
-Bana neden yardım ediyorsun?
Tom: İnsanlara yardım etmeyi severim. Ee, ailen nerede? Seni iyileştiğinde ailene teslim ederim.
-Uhm, şey... Bir ailem yok. Ancak ailem kadar değerli biri var.
Tom: Hmm, kimmiş o şanslı kişi?
-Tanıyacağınızı sanmıyorum.
Tom: Beacon Hills'te çoğu kişiyi tanırım.
-Derek, Derek Hale.
Tom: Hale mi?
Yüzü fazlasıyla şaşırmış bir hal aldı.
Tom: Derek Hale hayatta mı?
Tuhaf bir ifadeyle:
-E-evet.Tom: Buna inanamıyorum. Annesi, Talia'yla çok yakın arkadaştık. Tanrım, onu çok özlüyorum. O yangında herkesin öldüğünü sanıyordum.
-B-bir tek Derek kurtulmuş.
Aslında Peter da listedeydi ama olayları daha da karıştırmak istememiştim.
Tom: Derek'i son gördüğümde beş yaşında falandı. Onu pek tanıma fırsatım olmadı ama babasıyla da yakın arkadaştık. Tabi Peter onu zalimce öldürene dek. Talia günlerce ağladı, sonra Derek'i öğrendi. Peter da henüz Talia'nın karnındaki Derek'i öğrenince onu da öldürmeye kalktı. Talia buna asla izin vermezdi çünkü Derek, ona ölen sevgilisinden kalan son armağandı. Onu canı pahasına korudu. Kimse ona dokunmaya bile cesaret edemezdi. Şimdi o da annesinin yolundan gidip bir insana aşık olmuş ha?
-A-aslında b-biz arkadaşız.
Tom: Hmm anlıyorum. Yazık olmuş, çok güzel bir çift olabilirdiniz.
Yüzümde ufak bir tebessüm oluştu. Ağrılarım tamamen geçmişti. Galiba kurtboğan gibi birsürü sihirli bitkiler vardı ve bu da onlardandı.
Akşama doğru kendimi çok daha iyi hissediyordum.
-Ş-şey artık eve gidebilir miyim?
Tom: Tabii. Biraz hazırlanmama izin ver olur mu?
Başımı salladım. Düşünmeye başladım. Her geçen saniye Derek beni daha da merak ediyor olmalıydı. Ona şu an iyi olduğumu haber verememek kötü hissettiriyordu. Biraz sonra Tom geldi ve çıktık. Eski, turuncu bir kamyoneti vardı. Beacon Hills'e kadar sürdü ve kasabaya girdikten sonra Derek'in evini tarif ettim. Araba ormanda, ağaçlar yüzünden geçemeyecek gibiydi, bu yüzden kamyonu ormanın önünde durdurdu. Hızlıca inip, Tom'u beklemeden eve koştum. Tüm gücümle kapıya vurdum. Kapı açıldı, ağlamaktan şişmiş gözleriyle Derek karşımdaydı. O henüz şoktan çıkamamışken ona sarıldım. Bu kokuyu özlemiştim. O da bana sarıldı. Ağladığını duyabiliyordum.
-Seni seviyorum.
Derek: Ben de seni seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Forever <STEREK>
WerewolfBir hayat nasıl bu kadar boktan olabilir? Bir insan nasıl sahip olduğu her şeyi kaybedebilir? Bugün buna bir son verecekken kaybettiğim bunca şeye karşın ilk kez bir şey kazandım.