Levi
Kapısını iki kez kilitleyip arabasına yöneldi adam. Evi kadar temiz olan arabaya oturup anahtarı çevirdikten sonra telefonunu eline alıp Erwin'in numarasını tuşladı. Ancak daha sonra haber vermemenin daha mantıklı olacağına karar verip telefonu cebine koydu.Şehirin yaklaşık bir saat dışında olan, gri ve devasa bir binaydı şehir hapishanesi. Görünüşü bile Levi'ın içini huzursuz ediyor, başından aşağı bir kova su dökme isteği uyandırıyordu onda. Arabasını park ettikten sonra usul adımlarla girişe yöneldi. Kapıdaki gardiyan ona birkaç soru sordu, daha sonra onu içeri yönlendirmesi için sağda oturan gardiyana emir verdi. Levi adamın peşinden içeri girerken gözleriyle süzüyordu etrafı. Bahçenin bir kısmı dikenli tellerle çevrelenmiş, tamamen kapatılmıştı. Mahkumların bahçesi olmalıydı bu. İçeride birkaç kişi vardı. İkisi arkadaki masada konuşuyor, bir tanesi bahçenin etrafında koşuyordu. Bir de.. bir de iki haftadır yıkanmamış gibi gözüken bir adam vardı. İşte o Levi'ın gözlerinin içine bakıyordu. Adamın soğuk, gri gözleri iddiayla karşılık veriyordu bu bakışlara. Gözlerini çekme gibi bir niyeti yoktu, adamın bakışmayı kırmasını bekledi. Kapıya yaklaşırken hala adamın bakışlarını üzerinde hissediyordu. Başını iki yana sallayıp karşısındaki masaya hafifçe eğildi ve gardiyana döndü.
"Zeke Jaeger ile konuşmaya geldim."
Yaklaşık 20 dakika boyunca beklemesi gerekti. Daha sonra onu kilitli üç kapıdan geçirip mahkumların ziyaretçilerle konuştuğu alana yönlendirdiler. Adamı daha önce hiç görmemişti Levi, suratını arama gereği de duymadı bu yüzden. Önüne gelen sandelyeye oturup adamın onu bulmasını bekledi. Camın ardında karşısına birini oturduğumu hissedince gözlerini yukarı kaydırdı. Gördüğü manzara karşısında gözlerini hiç kaldırmamış olmayı dilerdi gerçi.
Oydu, az önce ona dik dik bakan lanet adam şimdi karşısında duruyordu. Gözlerini kıstı ve hışımla telefonu eline aldı.
"Zeke Jaeger denen embesil sen misin?"Adam sinsi bir sırıtışla başını salladı. Levi'ın hızlı nefes alıp verişlerini duyabiliyordu.
"Bir sorun mu var? Sen de kimsin? Ne diye hakaret ediyorsun cüce? Yoksa beni erken çıkarmaya mı geldin? Sorun yoktu aslında, iki hafta daha beklerdim ben.""İki hafta mı? İki hafta sonra çıkıyor musun hapisten?"
"Bunu bile bilmiyor muydun? Sen kimsin? Ne diye geldin buraya?"
Levi derin bir iç çekti. Ne yapması gerektiğini kestiremiyordu, daha çok zamanları olurdu sanıyordu.
"Bir kez soracağım. 5 yıl önce, köprü üzerinde yaşanan vurulma olayında parmağın var mıydı?""Anlamıyorum. Yanlış kişiyle konuşmadığına emin mis-"
"Lafı dağıtma o sakallarını kesip yediririm sana. Kaçak bir çete üyesinin peşindeydik. İki kişi vuruldu, biri kalbinden ağır yaralandı, sonra da öldü. Bunu yapan sen miydin?"
Adamın ağzı bir süre sakalları arasında kayboldu. Bu hareket nedense Levi'da camı kırıp onu boğazlama isteği uyandırmıştı. Ancak sonra adamın yüzüne yayılan gülümsemeyi görünce daha da şaşırdı.
"Evet, ben yaptım. Ahh eski zamanlar, ne de çok eğlenirdim. Sen hiç eğlenen birine benzemiyorsun. Bu kadar gergin olma, çabuk yaşlanırsın bak."Levi ellerini sertçe masaya vurunca onun dışında odadaki dört kişi irkilerek bakışlarını ona dikti. Mahkumlar da camın arkasından izliyorlardı.
"İki haftaya çıkacakmışmış. Beni dinle, burada çürüyeceksin sen. Aynı hatayı iki kez yapmayacağım."
Cevap beklemeden telefonu yerine taktı ve kapıdam çıktı. Bahçeyi geçip arabasına ulaştığında hala hızlı nefes alıyordu. Soğuk elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Park alanından çıkarken boynunu sola eğerek kulağında tutuyordu telefonu.
"Hange, ev adresini atar mısın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'll tell the stars about you||eremika
FanfictionLet's dance beneath the stars and forget about the world.