Eren
Karıştığı kavgaların vücudunda bıraktığı morlukların yarattığı sızıya aldırış etmeden yattığı yerden doğruldu çocuk. Bir çöplükten farksız olan odaya sinmiş ağır koku, içeri girdiğinizde birkaç saniyeliğine nefesinizi kesiyordu. Yarısı dolu olan kirli bardaklar, artık ne olduğu bile anlaşılmayan küflü yemek parçaları... Hijyen dediğiniz şeyden bulmanızın imkansız olduğu bu klastrofobik odada acınası hayatını sürdüyordu çocuk. Yarı aralık uykulu gözleri ve titreyen elleriyle yanındaki tozlu komodinde duran bardağa uzanıp içindeki sarı sıvıyı tek yudumda bitirdi. Günlerdir değiştirmediği belli olan asker yeşili bol tişörtü ve siyah eşofmanıyla birlikte neredeyse omuzlarına gelen yağlı, siyah saçları evsizmiş havası uyandırıyordu. Yavaş adımlarla onu bu saatte rahatsız etmeye cürret edenin kim olduğunu öğrenmek için 5.kez zili çalan kapıya doğru ilerledi. Hayır, merak etmiyordu. Onu acılarını dindiren tek şeyden ,uykudan, koparan kişiye ettiği küfürlerin bir kimlik bulması için açacaktı kapıyı. Pek ziyaretçisi de yoktu, mide bulandırıcı bir şehrin mide bulandırıcı dar sokaklarındak birinde, minik bir apartman dairesinde yaşıyordu Eren Jaeger. Babasının -takıntılı olduğuna emin olduğu- arkadaşını kapısında görünce aynı hızla kapıyı yüzüne çarpmaya yeltendi. Adamın koca ayaklarından biri bunu engelleyince ise ölü bakışlarını, onun adeta "sıkıcı bir işte çalışan sıkıcı bir memurum" diyen gözlerine dikti genç. Dudaklarını aralayıp bakışları gibi ruhsuz olan sesiyle konuşmaya başladı."Ne halt istiyorsun Kruger?"
Daha gencecik olmasına rağmen en ufak duygu emaresinden yoksun olan bu yüze bakmaktan açıkça rahatsız olan Kruger bakışlarını soğuk betona çevirdi ve yüzünü buruşturdu. Konuşurken aynı zamanda çocuğun geniş omuzlarının ardından berbat haldeki odaya baktı.
"Lanet olsun Eren yine mi içtin? Şu odanın haline bak! Görüntüsü bile midemi bulandırıyor..."
Bu cümleden sonra Eren'in bir kulağından girip diğerinden çıkan azarlamalar, öğüt vermeler birkaç dakika sürdü.
"Bu şekilde yaşamaya devam edemezsin. Kendine çeki düzen ve...."
Adamın şaşırtıcı derecede iri parmaklarını yüzüne doğru şıklatmasıyla irkildi Eren. Kapıyı açtığı için kendine hakaretler yağdırıyordu.
"Dediğimi duydun değil mi? Sana randevu aldım. Salı günü psikoloğa gideceksin. Baban seni bana emanet etti. Merak etme, güvenilir bir adamdır. Pek çok tanıdığıma yardım etti."
Sesindeki bıkkınlık gitmiş, yerine öfke gelmişti. Kendini ne zannediyordu ki bu adam?
"Psikolog mu? Dalga mı geçiyorsun Kruger? 18 yaşındayım, neyi yapıp yapmayacağımı öğretecek birine ihtiyacım yok. Şimdi izin verirsen böldüğün uykuma döneceğim."Büyük ihtimalle bir teşekkür beklerken bu cevabı alan adam, bozulduğunu belli etmemeye çalışarak yere koyduğu evrak çantasını sıkıca kavradı.
"Anneni de kaybettikten sonra iyice dağıttın Eren. Garip davranıyorsun. Bu şekilde yaşamaya devam edersen bu bok yığınında öleceksin. Buna izin veremem. Sana baktığım onca yılın hatrına en azından denemek zorundasın. Salı günü görüşürüz."Adamın hafif topuklu "iş adamı" ayakkabılarından gelen tıkırtı yavaş yavaş yok olurken öfke püsküren gözlerle ardından bakıyordu Eren. Terapiye ihtiyacı yoktu, o iyiydi.
Yumruklarını sıkarken beynine adeta bir bıçak gibi saplanan ağrı ile tüm bedeni baştan aşağı sarsıldı. İçeri geçip bulduğu ilk sandalyeye hızla oturdu. İşte, yine oluyordu.
Terlemeye başladı. Hızla atan kalbinin sesi kulaklarında çınlıyor, düzensiz nefesi sakinleşmesini imkansız kılıyordu. Sanki yanan bir odanın ortasında duruyor gibi hissediyordu. Belki de Kruger haklıydı? Annesi onu böyle görse ne düşünürdü? Bu raddeden sonra hayatını düzene koyabilir miydi ki? Ne işe yarıyordu? Midesi ağzına gelirken aklına da tonlarca soru geliyordu. Damarları belirginleşmiş titreyen ellerle uzandığı su dolu bardağı zorlukla kaldırırken aniden yere düşüp binbir parçaya ayrılan camın çıkardığı ses, onda avazı çıktığı kadar bağırma isteği uyandırmıştı.
Yine atak geçiriyordu Eren. Geçen hafta da birkaç kez olmuştu. Başta kalp krizi geçirdiğini sanmış, ölmeyince boş vermişti. Beynine saplanan ağrı adeta bilinçaltını ele geçirmiş gibi ona bunları yaşatıyordu. Duvarlar üzerine geliyor, nefes almak gittikçe zorlaşıyordu. Yağan yağmurların çamurlu damlalarından kalan izleri taşıyan camı açıp kafasını dışarı uzattı. Kesik kesik aldığı nefesler ciğerlerinin acımasına neden olmuştu. Güçsüzleşen bacakları kütlesini taşımayı reddedince yere yığıldı. Birkaç dakika bulanık tavanla bakıştıktan sonra kalp atışı yavaşladı, nefesi düzeldi. Bir süre sonra kalkacak gücü bulup kendini yıpranmış koltuğa bıraktı. Göz kapakları uykuyla verdiği savaşı kaybediyordu. Her yere saçılmış minik cam parçalarına bakarken yavaşça gözlerini yumdu.
Yine huzursuzlukla doğrulup tüm bedenine yayılan acının geçmesini tepkisizce beklerken gözü duvarda asılı olan saate kaydı. Az önce yaşanan çoğu şeyi hatırlamıyordu. Bugünün günlerden ne olduğunu bile bilmiyordu. Işığı sonuna kadar kısık olmasına rağmen gözünü acıtan telefonu açtı. 29 Mart, Pazartesi.
"Yarın doğum günüm."
diye düşündü kendi kendine. O an gerçeklik ona bir tokat gibi çarptı. Kilit ekranındaki fotoğrafa baktı. Annesi hâlâ hayattayken çekindikleri bir fotoğraftı. Bu da annesiz gireceği ilk doğum günü. Oğlu yetişkin oluyordu ve annesi bunu göremeyecekti. Belki de böylesi daha iyiydi. Annesinin onu bu halde görürse yaşayacağı hayal kırıklığını düşünmek bile Eren'e dayanılmaz bir acı veriyordu. Kruger haklıydı, bu çukurda çürüyüp gidiyordu. Gözlerine dolan tuzlu su şimdi yanaklarını ıslatıyordu. Hayatında hiç bu kadar yalnız hissetmemişti. Ne babası onları terk ettiğinde, ne de annesinin ölüm haberini ilk kez aldığında.Şimdi buradaydı Eren Jaeger. Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide hayata tutunmak için bir neden arıyordu. Ölüm sessizliğinin hakimiyet kurduğu bu apartman dairesinde yapayalnız kalmıştı. Çaresizliğinin göstergesi olan hıçkırıklarını tutmaya çalışıyordu. Gözünden akan her yaş annesiyle bir anısını siliyordu sanki. Neticede insan öldüğü zaman anılar da onunla beraber ölürdü değil mi? Güzel olan her şey o soğuk toprağın altına konulurdu.
"Özür dilerim anne...Çok üzgünüm."
Dizlerini kendine çekip yan bir şekilde gıcırdayan koltuğa uzandı. Annesi varken her şey daha neşeliydi. Sabah içtiği sarı sıvıyla dolu şişeye uzandı. Bardağa doldurma ihtiyacı hissetmeden yudumlamaya başladı. Birkaç kere daha kilit ekranındaki fotoğrafa baktıktan sonra bir kez daha ağırlaşan göz kapaklarına ve istediği zaman uyuyabilme yeteneğine şükrederek gözlerini yumdu.
Uhm selam! Ne yaptığım hakkında en ufak bir fikrim yok yalnızca takılıyorum wkdjwjnd
Buraya kadar geldiysen bana katlandığın için teşekkürler~
Her neyse iyi okumalar
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'll tell the stars about you||eremika
Fiksi PenggemarLet's dance beneath the stars and forget about the world.