Ağlayıp uyumanın etkisiyle zar zor açtı gözlerini. Sabahın ilk ışıkları yüzüne vurmuş, istemese de uyandırmıştı onu. Yere bakıp hayatı sorguladığı ve yaşamsal fonksiyonlarının yerine gelmesini beklediği birkaç dakika boyunca orada öylece oturdu. İstemese de gidecekti psikoloğa. Günler sonra ilk kez dolabının kapağını açıp eline gelen ilk kıyafetleri alarak üzerine geçirdi. Kirli beyaz bir gömlek ve eşofmandan pek farkı olmayan siyah pantolonuyla en azından eskisinden daha iyi gözüküyordu. Nasıl oraya geldiği zerre umrunda olmayan bir saç lastiğini alıp saçını umursamazca topladı ve salonuyla bitişik mutfağa yöneldi. Ekmek kızartma makinesine koyduğu bir parça tost ekmeğiyle doymayı planlıyordu. Makineden çıkan dumanları görüp simsiyah olmuş bir "taş parçası" ile karşılaşınca aç kalmaya karar verdi. Bir kez daha annesini anımsamış, hiçbir şeyi becerememenin acısını hissetmişti.
Çalan zil ile bu düşüncelerinden sıyrılıp kapıyı açtı. Kruger sanki oğlunun anasınıfındaki ilk gününe şahitlik ediyormuş gibi hevesli gözüküyordu. Eren'in gözlerinde ise boşluktan başka bir şey yoktu. İç ürpertici bir boşluk. Kapıdan çıktıktan iki dakika sonra yine o berbat baş ağrısı vurdu genci. Birkaç saniye duvardan destek aldıktan sonra yavaşça yürümeyi sürdürdü.
Arabaya o kadar yavaş yürümüştü ki Kruger onu sırtına alıp taşımayı bile düşündü.
Yüzü daha genç olmasına rağmen kırışıklıklarla kaplı adam başını iki yana sallayıp derin bir iç çekti.Pek uzun sürmeyen bir yolculuğun ve navigasyonun rahatsız edici, yanlış telaffuzunu dinlemelerinin ardından Kruger arabayı yavaşlattı. Birkaç dakika boyunca park yeri aradıktan sonra pek de yakın olmayan bir yere park edip psikiyatri merkezine doğru yürüdüler.
İçeri girdiklerinde suratlarına çarpan koku Eren'in hoşuna gitmişti. Danışmadaki kızıl saçlı, kısa kadın kaydını alırken ortamın tüm aurasını değiştiren bir adam içeri girdi.
Düzgünce ütülenmiş gömleği üzerine giydiği süveter, yüzündeki ciddi ifade, özenle yana taranmış saçları ve garip ama estetik duran kaşlarıyla adam tam bir profesyonel havası veriyordu. Eren'i ve Kruger'ı görünce tek yanağını hafifçe yukarı kıvırıp gülümsedi ve onlara doğru yaklaştı. Dik duruşu ve uzun boyuyla çok saygı duyulası duruyordu. Önce Kruger'ın, sonra Eren'in elini kendinden emin bir şekilde sıkarak Eren'i hayrete düşüren tok, kalın sesiyle konuştu.
-Erwin Smith, memmnun oldum.
Eren tamamen adama odaklanmıştı. Onun giyimine gösterdiği özen kendinden utanmasına neden olmuştu. Danışmadaki kadın hafifçe omzuna dokununca ona döndü.
"Tam adınızı öğrenebilir miyim?"
"Eren. Eren Jaeger."
"JAEGER MI??!"
Hiç beklemediği bir anda tüm salonu inleten çığlık onu birkaç haftadır korkmadığı kadar çok korkutmuştu.Ses beyaz bir doktor önlüğü giyen kadından gelmişti. Dağınık bordo saçlarını gelişigüzel bir at kuyruğu yapmış, gözlüklerinin ardından saçlarıyla aynı renk heyecan dolu gözlerle Eren'e bakıyordu. Erwin'e göre oldukça genç ve enerjik duruyordu. Yine de soyisminin onu neden bu kadar heyecanlandırdığına anlam verememişti Eren.
Kadın sesindeki heyecanı umursamadan yine bağırarak konuşmaya başladı. Bunu yaparken elindeki tonla dosyayı en yakınındaki masaya koymuş, Eren'in bileklerini kavramıştı. Gözleri parlıyordu.
"Zeke Jaeger'i tanıyor musun?"Eren cevap vermeye yeltenmişti ki Erwin'in kalın sesini kadına karşı yükseltti.
"HANGE!"Daha sonra aralarında birkaç şey konuştular ve az önce öğrendiği kadarıyla adı "Hange" olan kadın yüzünü asıp uzaklaştı. Bunca zaman Eren'in tek düşündüğü bu "Zeke"nin kim olduğuydu.
Erwin ciddiyetini hiç bozmadan Eren'e döndü ve hafifçe gülümsedi.
"Hange benim mental olarak pek sağlıklı olmayan bir hastam. Burada çalıştığını hayal ediyor, ben de hevesini kırmıyorum. Üzerinde pek düşünme."Eren nereye düştüğünü birkaç saniye sorguladıktan sonra çoktan ilerlemiş adamın parfümünün peşinden gitti. Tam ona yakışan bir koku, diye düşündü Eren. Ağır değil ancak etkili ve akılda kalıcıydı.
Tam da tahmin ettiği gibi oldukça düzenli bir ofise girdiler. Erwin eliyle çocuğa oturması gereken koltuğu işaret etti. Daha sonra elindeli belgelerin her birini ikişer kere gözden geçirdi. Adamın yüzünde oluşan ifadeler Eren'i germişti. Aniden kalkıp kaçmayı bile düşünmüştü o anda. Ta ki Erwin boğazını temizleyip ona dönene kadar.
"Evet, seni dinliyorum."
Eren boş gözleriyle adama bakarken onun gözünde ne kadar aptal gözüktüğünü düşündü. Cevap vermeden neden bu kadar düşünmüştü
ki? Erwin sabırla beklerken saatin sesi çocuğu rahatsız ediyor, odadaki ölüm sessizliğini bozuyordu. Eren'den cevap alamayınca konuşmayı sürdürdü."Anneni yakın bir zamanda kaybetmişsin. Yaşadığın duygusal iniş ve çıkışların normal olduğ..."
Kulağı çınlıyordu gencin. Gözleri karardı, oda tamamen siyaha bürünmüştü. Küçükken sıkıldığında göz kapaklarına bastırıp çıkan şekilleri izlerdi. Tıpkı o zaman olduğu gibi beyaz bir ışık vardı siyahlığın ortasında. Gitgide görüş alanına yaklaşıyordu. Erwin'in sesi ise kulaklarına ulaşmıyordu bile. Bir saniyeliğine gözünün önünde beliren şeyden sonra her şey normalde döndü.
"Siyah saçlar."
Erwin konuşmasının bölünmesinin onu rahatsız ettiğini açıkça gösteren bir ifade ile tek kaşını kaldırdı.
"Anlamadım?"
Eren sessizce başını iki yana salladı. Ne olduğunu anlayamamıştı. İçeri girdiği dakikadan itibaren ilk kez dikkatini Erwin'e vermeye karar verdi ancak çok geçti.
"İlk randevun olduğu için bu kadarının yeterli olduğunu düşünüyorum. Haftaya görüşürüz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'll tell the stars about you||eremika
FanfictionLet's dance beneath the stars and forget about the world.