Görüş

4.1K 344 78
                                    


Sarzan Nizami, adı gibi savaşan daha doğrusu nasıl savaşması gerektiğini bilen güçlü bir fedaiydi.
Uzun yıllar önce aldıkları görev uğruna girdiği bu nöker kılığında suikasti yakında başarıya ulaşacaktı. Aksilik çıkıp başarı yerine ölse bile kendisine bahşedilen dava uğrunda canından olduğu için güzel kadınların, yemyeşil bahçelerin, şarap ve haşhaşın göz boyadığı o cennete girecekti. O yüzden korkusu yoktu hiçbirşeyden. Ne ölmekten, ne öldürmekten....

İşte Haşhaşiler böyleydi. Çocukluktan itibaren efendileri Sabbah için birer yetiştirilen profesyonel suikastçi ve savaşçı oluyorlardı hepsi. İnanıyorlar ki efendilerinin emirlerine uydukları takdirde kendilerine bahşedilen, daha doğrusu sözü verilen, bu cennete girebilecekler. Her vakit aldıkları haşhaş bitkisi ile de akılları ve bedenleri uyuşuyor, içlerinde birazcık bile bulunan canı koruma içgüdüsü devre dışı kalıyordu. Bu yüzden herkes, Moğollar ile Türkler bile, Haşhaşilerin hedef konumuna geçmekten sakınıyorlardı.

Onlar görevlerini yapıyor ve görevleri ardından ortadan kayboluyorlar. Bir fedai yakalamak ise neredeyse imkansızdı. Lakin Cengiz Han zamanında bir fedai ele geçirilmiş sorgu için odaya alınmıştı. Tabii bir mucize gibi olan bu durum da uzun sürmemiş şayet fedai kendini zehirleyerek oracıkta intihar etmişti.

Anlaşılacağı üzere bir Haşhaşiyi yakalamak da yakalasan bile canlı bulmak da imkansızdı...

Sarzan, Han'ın ve içinde bulunduğu obanın heryerini inceliyor onun bir zaafını bulmaya çalışıyordu. Bulmuştu da. Anlamıştı ki o Akar denen oğlan, Han için önemi büyük bir şahsiyetti. Öyle ki onu kaçırsa, Hülagü Han almak için düşünmeden peşinden gelirdi. Moğollarda giden veya kaçırılan eşler için herhangi bir savaş açma töresi bulunmasa da Han bunu yapardı.

Sarzan, aldığı haşhaşın etkisiyle tüm duygulardan arınmış bir vaziyette Han için ikinci en önemli kişinin otağına yanaştı. Ünen'in...
Sarzan, Ünen'den daha uzundu belki ama onun kadar genç değildi. Cildinde oluşan haşhaş etkisi yüzünden yanığa benzer izlerle hafif çekik büyük gözlere sahipti.
Gayet yapılı aynı zamanda gözüpek bir adamdı.

Yaklaştığı otağıda iki muhafız onu durdurdu. Sarzan bir otağıya bir de muhafızlara baktı, ardından konuştu.
"Ünen efendimizin haberi vardır."

Bir muhafız bu lafı teyit etmek için otağıya girdi diğeri ise hala Sarzan'ı içeriye girmek için hamle yapmaması için koluyla engelliyordu. En azından o engellediğini sanıyordu...

Pek vakit geçmeden içeriye giren muhafız da çıkmış kafasıyla diğer muhafıza "geçebilir." manasında işaret yapmıştı. Sarzan'ı engelleyen muhafızın gözleri hala ondaydı ama emir emirdir işte. Mecbur, usulca kenara kayıp otağıya girmesi için Sarzan'a müsaade etti.

İçeriye girdiğinde ortamın genişliği dikkatini çeken ilk şey olmuştu şayet sıradan nökerlerin kaldığı ortam bir köpeğin evinin büyüklüğünden farksızdı resmen. Ama kendini bu inceleme safhasından hemen toparladı ve neden burada olduğunu kendisine hatırlattı.
Karşısında sedef kakma bir minder, gümüşten tas tabaklar ile üstündeki ipek kıyafetlerle Ünen bir Han'ı andırıyordu oturduğu yerde.

Özenle işlenmiş halı üzerinde dizleri üstünde saygıyla çöktü Sarzan. Ünen ise bu resmi karşılamadan rahatsız olmuş karşısına bir minder çekip oturması için Sarzan'a işaret yaptı.
"Ne diye buradasın?" dedi Ünen lakin onu görmekten pek de mutlu değildi.

"Hasan Sabbah efendimizin selamını getirdim elbet. Onun en büyük eseri olarak küçük bir sıbyanken girdiğin bu obada imdi senden daha yakın yoktur Han'a." ela gözlerini kendisinden rahatsız duran adama dikti inatla. "Aldığın davaya sadık mısın görmek isteriz. Şayet vakit gelir. Tek bir sorun dışında..."

Evet, Ünen çocukluktan itibaren Sabbah tarafından bizzat görevlendirilmişti bu suikast için.
Kim olduğunu, ne olduğunu unutmamıştı. Görevinin ne olduğunu da elbet... Vakti geldiğinde obada bulunan tüm saklanan arşivleri alacak ve Hülagü Han'ı ortadan kaldıracaktı. Yakın dostum dediği insana kıyacaktı...

"Sorun ne?" diye sordu Ünen karşısında kendisiyle aynı kaderi paylaşan fedaiye.

"Öteden beri Han sadece sana itimat eder idi. Ne beyan edersen et kabul etmese bile senin fikrin önemliydi. Ama imdi durum farklı. Akar Katun seni gölge altına komaya başladı." Bu sözler Ünen'i kısa süreli bir şoka uğrattı. Uzun uzun karşısında ela gözleriyle ciddiyetini bozmayan adamı inceledi. Yer sofrasının üzerinde bulunan eli ise sıkılaşmış yumruk yapmıştı. "Öyle mi düşünürsün Sarzan? "dedi.

"Ben demem. İşittiklerimi ve gördüklerimi beyan ederim. Belki de herkes haklıdır. O oğlan güçlü bir acuzdur." haşhaşın etkisiyle küçülen göz bebekleri ona korkutucu bir hava katarken bir yandan da aynı ürpertici hava ile ufak bir kahkaha attı.

Ünen ise onun tam tersine oldukça ciddiydi."Bu obayı acuzlar idare edemez."

Aynı ürpertici gülüş yüzündeyken bu sefer kolunu biraz ileri atarak hemen yakınında oturan Ünen'e doğru uzandı. Üstüne doğru geldiğinde Ünen tedirgin bir şekilde hafifçe yerinde kıpırdandı lakin gözlerini ondan bir saniye bile kaçırmadı.
"Senin Han'ın tüm ödür ve geceleri o oğlanla geçirir dururmuş." yaklaştığı yerden bu sefer boşta kalan elini Ünen'in omzundaki hayvan postuna gitti ve onu üzerinden aşağıya attı. Sanki ona kim olduğunu hatırlatmak istiyor gibiydi. Bir Moğol değil, bir fedai olduğunu...
Nereye ait olduğunu...
"Geçirdikleri geceler haricinde bir de senden önce ona danışırmış. Cenk hakkında, idare hakkında..."

Bu yakınlığa Ünen daha fazla dayanamadı öyle ki bir kolunu Sarzan'ın omzuna koyup onu uzaklaştırmak için hamle yaptı ama nafile bir çabaydı. Sarzan bu sefer alaycı bir şekilde gülmeyi bırakıp yüzüne ciddi bir ifade kondurdu. Kendisini itmeye çalışan kolu sıkı sıkıya kavrayıp kenara çekti. "Ünen... Senin konumun tehlikededir bilesin. Ben buna mani olmaya geldim. İmdi sen bana fırsat yaratacaksın. O oğlanı obadan dışarıya çıkartacak ileriki ormanlara salacaksın." Sarzan'ın bakışları bir süre Ünen'in dudaklarında gezdi. "Gerisini ben hallederim. Sen üstüne düşeni yap kafidir."

Laflarını bitiren Sarzan bakışlarını diktiği dudaklardan ve yüzden ayırıp ayağı kalktı ve otağıdan çıkmak için hamle yaptı. Lakin gitmeden önce son kez arkasını dönerken şaşkınlıkla kendisine dik dik bakan Ünen'i keyifle izledi. "Bahşedilen bu cennette bir süredir gözüm yoktur Ünen. Nedendir bilinmez..."

Ünen her türlü duygudan yoksun bu adama bakışlarını dikerken yanıtladı. "Ne?"

"Elbet bir vakit beyan ettiklerimi idrak edersin." yüzündeki saçma gülüşle Ünen'in önünde protokol gereği saygıyla eğilirken ağır adımlarla otağıdan çıktı.
Onun çıkışıyla Ünen yine düşünceleriyle baş başa kalmıştı. Han her zaman kendisinin düşüncelerine önem verirdi. Başkasının değil.. Ve bu durum bugüne kadar hep böyle olmamış mıydı?
Ama şimdi...

Bu durumun değişmesine izin veremezdi. Ne olursa olsun...

Haşhaşın uyuşturucu gibi bir etkisi de var işte biliyorsunuz, her haşhaş olmasa da bazılarının jdjdjdj bu yüzden onlara Haşhaşiler diyorlar
Askerlerine ise "fedai"

Bir Moğol Hikayesi- Hülagü Han {Tamamlandı}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin