Akar
Gözümü yeni güne vücudumdaki ağrılara küfrederek açmıştım. Resmen üstümden tır geçmiş gibi acınacak bir haldeydim!
Kendime gelmeye çalışırken açılan bilincimle kulağıma bir fısıltı ilişmesi bir olmuştu.
"Gök Tengrim kollasın, yer anam Umay, beri'mi korusun, yer yarılıp hükmettiğim yerlere ot olsun, yeli yarılıp süt olsun. Evimiz var olsun. Ahırı hayvanla, tabii'ler canla dolsun. Koruyucumuz yar ve yardımcımız olsun. Tövbesi ar olsun."Çadırın bir köşesinde benden önce mükellef bir sofra kurdurtmuş başında da dua ediyordu. Ve asıl gülümsememe sebep olan şey dualarında benim de olmam...
Vücudumdaki ağrıyı unutmuş sesli olarak içten bir, " Amin.. "çekmiştim.Amin mi?.. Ben yaptığım mallıkla yattığım yerden hızlıca kalkarken Han'ın duymamış olması için içimden tüm bildiğim duaları okumaya başladım.
"Ne diye fırladın öyle Hüreyre'm?" bakışları beni bulurken endişelenmiş gözüküyordu.
Duymamış mıydı gerçekten?..
"Hiç er'im.."Oturduğu yer sofrasından kalkıp yanıma doğru yanaştı ve elimi tutup kalkmama yardımcı oldu.
"Ben sana demedim mi jıymayasın diye.. Benim yanımda istediğin dini yaşarsın."Sofrada kendi yamacında bir mindere kadar götürüp oturmama yardım etti. Ardından lafını tamamladı. "Senin Allah'ının benim Tengri'm ile bir sorunu yok eyin de (aynı şekilde) benim Tengri'min senin Allah'ın ile bir sorunu yok. İçin rahat olsun."
Gülümseyerek, rahatlamış bir şekilde başımla onaylarken er'im de sofrada hemen dibimde yerini aldı
"Lekum dinukum veliye din." dedim gözüm yemeklerdeyken. Er'im ise meraklı bakışlarını bana yöneltmiş ne dediğimi çözmeye çalışıyordu. Ben onun bu hallerine gülerken merakını gidermek adına cevap verdim."Sizin dininiz size, benim dinim banadır."
Hoşuna gitmiş olsa gerek yüzüne ufak bir gülümseme gelmiş ve benimle birlikte gözünü sofradaki yemeklere çevirmişti. Aslında bu konuda baya iyi adamdı. Lakin bu hoşgörüsünün asıl sebebi Cengiz Han'ın yasaları diyebiliriz. Şayet bu yasalar diğer dinlere hoşgörülü olmayı emreder ve Hülagü Han da dedesi Cengiz Han'dan şaşacak bir adam olmadı hiç.Ben bu düşünceler içindeyken Han'ım yemekleri işaret etti," Migan'ı (et) serdirttim senin için. Çok az yersin bilirim lakin bu sefer eteh(daha çok yemek) edesin Hüreyre'm. Bitirirsen nisün(tatlı, helva) de gelecektir arkasından."
Tamam bu cümlenin neredeyse çoğunu anlamamıştım ama yemekleri felan tanıtmıştı herhalde. İşin ilginç yanı sabahın köründe et vardı sofrada. Yüzümde bir sırıtma meydana gelirken gerçekten de moğolların eti ne kadar çok sevdiğini bir kez daha anlamıştım. Kahvaltıda yiyecek kadar...
"Bu arada aklımı bir sual meşgul edip durur."
"Nedir o er'im?" meraklı bakışlarımı ağzıma attığım lokmayla ona çevirmiştim.
"Şikayet etmem lakin merak ederim. Neden gökten buralara indin? " bu soruyla yüzümü keyif dolu gülüş yerine acı bir gülüş kapladı.
"Kendimi boşluğa bıraktığımda buralara düşeceğimi bilmezdim er'im. Sadece... Yalnızdım. Kimsem yoktu. İşte koca gökte de olsan kimsen olmayabiliyor." dedim fakat sesim oldukça kırıktı.
Hülagü Han, oturduğu yer sofrasında biraz daha yanıma sokuldu. İkinci bir kaşık yemediğimi görünce kendi eliyle etten oluşan bir lokma hazırladı. "Yalnızlık dediğin şey, etrafında bedenlerin olmaması değildir Hüreyre'm." lafını bitirdikten sonra hazırladığı lokmayı bana doğru uzattı. Onu ikiletmeden yediğimde mutlu olmuşcasına yüzü güldü. "Yalnızlık, o bedenler içinde seninle aynı dili konuşacak ruhların olmamasıdır." eliyle başımın arkasından tutup beni kendine doğru çekti. Alnıma ufak bir öpücük kondururken yine o içimi ısıtan gülüşünü sunmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Moğol Hikayesi- Hülagü Han {Tamamlandı}
Ciencia Ficción(bxb) Eceli gelmeden ölmek nedir bilir misiniz? Hayatın yavaş yavaş anlamını yitirmesi ve yaşadığımız olayları o veya bu sınıfına koyamayıp yaşarken ölü konumuna düşmek? İşte bu sessiz sedasız intihar etmektir. Çok iyi hatırlarım babam başkalarına...