Soğukların ardından gelen baharla birlikte bozkıra hakim olan çiçekler insanın gözünü alıyordu. Tepelerde de bir yığın açmış güneş... Uzaktan obanın içine doğru sıcak bir rüzgar vuruyordu. Tüm oba halkı da bu soğuk havanın etkisinden, gelen sıcaklarla çıkmış karınca misali yoğun bir çalışma düzenine geri dönmüşlerdi.
Bu yeni doğan çiçeklerin yanında ticaret de yeniden doğmuş gibiydi sanki. Şayet Akar'ın istediği dokuma makinesi bitmiş nasıl yapılacağı konusunda birkaç gün Akar diğerlerine rehber olmuştu.Dokumacılar bu sayede biraz rahat nefes almış, artık hem daha hızlı düğümler atabiliyorlardı hem de kol boyundan daha uzun kumaşlar üretiyorlardı. Bunu seri bir şekilde yapmaları da dışarıya satımı hızlandırmış, obaya daha büyük gelir kaynakları sağlanmıştı. Dokuma çadırında artık çocuklar da çalışmıyor, diğer geleneksel sanatlar hakkında eğitimlerini alıyorlardı.
Anlaşılacağı üzere herkes mutluydu. Bir zümre hariç. Obada Han için verilen kanımlar hariç diğer ayaqaç konumunda olan kadınların da şansı bitmişti Akar yüzünden. Öyle ki günlük koşuşturma içinde ilerleyen kadınlardan biri yanındaki arkadaşına döndü. "Akar Katun nerede?" diye sordu fısıltıyla."Çevredeki nökerlerden işittiğim kadarıyla Han'ın yanında olduğunu beyan ederler. Ögünlerini, gecelerini onla geçirirmiş Han."
Sirkan adlı simsiyah saçlı Faslı kız lafa atladı. "Obadaki herkes Akar Katun'un bir acuz(cadı) olduğunu derler. Yüce Gök Tengri'nin bile elini dilini bağlayacak kadar becerikli bir acuz hem de... Öyle olmasa nasıl böyle çabuk vazgeçer Han, Erdene Kanım'dan?"
Bir başkası alaycı bir sesle hala elindeki temizlik işiyle uğraşan kadına döndü. "Bu demektir ki Han gönlünü bir erkeğe meyletmiş. Bundan gayrı hangi güzel gelirse gelsin Han kıymet bilir mi sanarsınız?" dedi. "Dedin ya Erdene kanım bile gitti. Gayrı bizim bir bahtımız da yok demektir."
"Hepsi bu olsa keşke!" diye çıkıştı ordan Sirkan. "O oğlan tüm gün Han ile değilmiş gibi bir de ülkeye karışır, cenk meselesiyle ilgili önerileri Han'a dinlettirip kendini kabul ettirirmiş."
Bu lafından sonra ortada büyük bir kahkaha koptu. "Sizin hayaliniz pek geniş belli."
"Han'ın otağındaki nöker and içti derken."
"Han böyle birşey işitsin fena celallenir. Tengri bile önüne geçemez öfkesi karşısında. Ulu Gök o nökeri korusun. "
"O nökere belki de dokunamaz." dedi Sirkan. Şimdi herkes dikkatle ona bakıyordu. Han'ın buyruklarından ve emrinden daha güçlü çıkan birşey olabileceğini düşünemiyorlardı.
"Yine de obadan atılan kanımlara acıyorum, özellikle Erdene'ye. Han resmen bir kenara attı onu."
Ve daha birçok söylenti aralarında dönerken daha fazla konuşmamayı tercih edip tekrardan işlerine döndüler. Şayet bu laflar çok tehlikeli sonuçlar yaratabilirdi. Hem de herkes için....
"Bu derece sevmez misiniz Akar Katun'u?" arkadan kime ait olduğu bilinmeyen bir adamın sesi duyuldu.Daha yeni bülbül gibi öten kadınlar bu sefer dili tutulmuş bir halde korkuyla arkalarına baktılar. Fakat korkuları uzun sürmedi. Şayet adam basit bir nökerden başkası değildi.
"Senin burda ne işin var? Bilmez misin sizin işiniz obanın sınır uçlarında?" diye çıkıştı Sirkan karşısında gözleri elaya kaçan nökere."Bilmez miyim..." sesinde alaycı bir tavır vardı. "Bunu ilk işitişim değil." Bir süre hiç konuşmadı adam. Karşısındaki kadınlar da bu nökerin garip aurasından dolayı ses etmediler.
Bu garip havayı bozansa nöker olmuştu. "Bana beyan edin hele, Hülagü Han'ın bir oğlanla işi ne? Ya da bu oğlan nerelerde dolanır, gün içinde nerelere gider ne eder? Siz kanımlar bilirsiniz bellidir." kuşağından çıkardığı bir para kesesini kadınların tam önüne doğru fırlattı. Duruşu ise oldukça kendinden emindi. Biliyordu ki bugün biraz daha ilerleyecekti davaları yolunda ve görevinde...
_____________________________________
Altın OtağıHan her daim ilk başta Ünen'e ardından aklına takılanları eşi Akar Katun'a danışır olmuştu. Şayet onun ne kadar parlak ve hızlı düşünen politik bir zekaya sahip olduğunu anlamıştı. Bu şekilde Han ona daha çok güvenmeye başlamış hatta aklına takılan soruyu bazen gecesinde Akar'a ardından Ünen'e danıştığı olmuştu.
Akar'ın fikirleri Han için, Ünen'in baskın kişiliğine dengeleyici bir unsur olmuştu neredeyse.Hülagü, hayatına girenleri düşündü bir süre. Hepsi daima saygılı ve herşeyi tereddütsüz kabul eden tiplerdi. Oysa Akar onu şaşırtmayı beceriyordu. Bir bakıyor tatlı oyuncu bir kedi, bir bakıyor asi bir aşık oluveriyordu. Han'ı gerektiğinde tatlı sözlerle oyalıyor, bazen bu devirde hiç duyulmadık fikirleriyle onu şaşırtıp vaktin nasıl geçtiğini fark ettirmiyordu. Her an değişiyordu işte, bazen tatlı bir küçük çocuk gibiyken bazen baştan çıkarıcı bir tavra bürünüveriyordu.
Han bazen Akar'ın yanına giderken ne ile karşılaşacağını bile kestiremiyordu ama garip bir şekilde Akar, Hülagü'nün tersine onu çok iyi tanıyordu.
"Han'ım söz buyur ediyor musunuz.." dedi oradaki memurlardan biri.
Han aklına takılan düşüncelerden bulunduğu konumu düşünerek sıyrıldı ve konuşmak için bekleyen orta yaşlı adama el uzattı.
"Han'ım. Sorun Türük(Türk işte😂) obalarıdır. Kimisi size biat ederken kimisi direnir. Direnen kesime elbet törülerimiz gereği bir elçi yollarız lakin her defasında o asi obalar geri çevirir bizleri."
Han bu sorunu hemen kavradı şayet şu bozkırlarda emri altına almakta zorlandığı en büyük kavim Türkler idi. Biliyordu ki Türkler özgürlüklerine en az Moğollar kadar düşkündü.
Sırf bu yüzden kaç kardeş kanı döktü kendisi bile bilmezdi."Ne etmemizi buyurursunuz Han'ım?"
"Semerkant sınırları bizdedir elbet ve Kayı obalarının sınırları, gerisindeki Lezken tepesinin ardında. Biat etmiyorlarsa da biz gider alırız."
Ünen, Han'ın ardından lafa girdi. "Elbet alırız lakin sınırlar tepelik ve beygirlerimiz zorlanır bu konuda. Yayan nökerlerimiz de çıkabilir sefere ama yol çetindir. Obadakilerin de direneceğini düşünürsek oraya her yaz ordunuzu göndermeniz gerekecek."
Han, Ünen'in bu laflarına hak verdi. "Doğru dersin. Bu iş zahmetli ve çok cana mal olur benim için. "
"Müsaade edin Kayı obasından bir elçi buyur edelim otağımıza. Belki savaşmadan bir anlaşmaya varırız."
Han bu fikri sevmişti. En azından daha kolay bir yoldu, tabii işe yarayıp çözüme kavuşursa...
Yok işe yaramaz ise de ellerini gerekirse daha fazla kana bulamaya hazırdı.
Bu kan kardeşin bile olsa...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Moğol Hikayesi- Hülagü Han {Tamamlandı}
Fiksi Ilmiah(bxb) Eceli gelmeden ölmek nedir bilir misiniz? Hayatın yavaş yavaş anlamını yitirmesi ve yaşadığımız olayları o veya bu sınıfına koyamayıp yaşarken ölü konumuna düşmek? İşte bu sessiz sedasız intihar etmektir. Çok iyi hatırlarım babam başkalarına...