Normalde sadece bir ihtiyacı olduğunda yanına gelen ayaqaç hamilelikten ötürü artık her bir süre yanına özel tahsis edilmişti.
Ayaqaç, Han'ın değer verdiği gözdesini uzun uzun süzdü. Elinde kalem kağıt, minder üzerinde rahat bir pozisyonda oturmuş, sadece kendisinin akıl sır erdirebileceği birşeyler karalayıp duruyordu. Aslen çizdikleri gelecekte bildiklerimizden fazlası değildi. Binalar ve temelleri, surlar, sınır kapıları, uçak gibi temel şeylerdi. Lakin bu zaman için, Akar'ın çizimleri herkese oldukça anlaşılmaz geliyordu.
Ayaqaç neredeyse tüm yaşamını Han'ın gözdeleri etrafında hizmet ederek geçirmişti ve artık şöyle bir bakarak o kişi hakkındaki çoğu şeyi rahatlıkla değerlendirebiliyordu. Lakin bu defaki kesinlikle Erdene ve diğer kanımlardan farklıydı. Konu cinsiyeti değildi. Oturuşu, kalkışı, bakışı, hareketleri... Her bir şeyi farklıydı hem de.
Gözleri bir parça fazla bilmiş bakıyordu ki ayaqaç, Akar'ın şuana kadar yaptıklarını düşünürse onun boş bir bilmişlik içinde olmadığını anlayabiliyordu. Bir de kesinlikle ağzına hakim olamıyordu. Ama bu özelliğini o kadar da kötü görmedi Ayaqaç. Şayet böyle bir yerde var olup tutunabilmenin başka yolu yoktu.
"Akar Katun," dedi hizmetçi yumuşak bir sesle başıyla kağıtları işaret ederken. "Bunlar nedir d'ye sormak isterim lakin anlayacağımdan da şüpheliyim."
Akar, Ayaqacın bu lafına ufak bir kahkaha kaçırdı ağzından ve oturduğu minderin yanına onun da oturması için işaret etti. Klasik soğuk bir sonbahar günüydü. Bu yüzden artık dışarı yerine içeride daha sık vakit geçiriyorlardı. Şayet orta asyanın soğuğu hiçbir yerin ayazına benzemezdi.
"Bunlar etmek istediğim şeyler." Bir eliyle çizdiği binanın prototipini gösterdi yanına usulca yerleşen ayaqaça. "Yani otağı bizlerin parçası bilirim elbet ama pek de dayanıklı değiller... Tabii bunlar yalnızca fikir."
Ardından Akar'ın eli nazikçe karnı üzerine kaydı. "İsterim ki daha güçlü ve sağlam yerler üzerinde gözlerini açsın. Lakin bunun gerçekleşmesi için epey bir süre beklememiz gerekecek. "
Mantıklı bir fikir, diye düşündü ayaqaç." Han'ımızın sizin gibi bir beri'si olduğu eçin Tengri'ye her daim adak adamak gerek. "dedi. Ardından bakışları Akar'ın çizimlerinden omzundan aşağı biraz sarkmaya başlamış saçlarına kaydı. Geldiğinden beri saçları daha da uzamıştı artık.
Rengi de tam sarı değildi ama güneş altında kesinlikle bir altın misali parlıyorlardı. Dikkati daha sonra Akar'ın dalgın bakışlarına kaydı. Bunun sebebi de belliydi. Özlüyordu eşini. Lakin pozisyonu gereği şartların bunu gerektirdiğini iyi bildiğinden isyan edemiyordu Akar.
"Ben uzun yıllarca bu obada ayaqaçlık ettim. Ve öğrendiğim bir şey varsa o da, bulunduğunuz konum size pek fazla yalnızlık getirecektir Akar Katun. Şayet bu pek yalnız bir hayattır... "
Akar, umutsuzca başını onaylar anlamında aşağı yukarı bir tur salladı." Elbet bilirim. Bilmez miyim sanırsın? Yine de yürek bu. Umuyor işte bir kısmet d'ye... "
Otağın içi olabildiğine sessizdi şimdi. Buna daha fazla dayanamayan ise Ayaqaç olmuştu. Bu yüzden konuyu değiştirmeye ve ortamdaki karamsarlığı biraz da olsa dağıtmaya karar vermişti. " Sizin şu 'buhar motoru' bitmek üzere derler. Herkes oldukça sıkı çalışıyor Akar Katun. Öyle ki Han seferden döndüğü vakit bitmiş dahi olabilir."
"Sefer mi? Hemen mi?"
"Sizin ve hüühedinizin ehemmiyeti eçin acele eder. İşittiğime göre hazırlıklar çoktan başlamış. Bir kaç aya kadar yol Han'ımız eçin görünür."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Moğol Hikayesi- Hülagü Han {Tamamlandı}
Ciencia Ficción(bxb) Eceli gelmeden ölmek nedir bilir misiniz? Hayatın yavaş yavaş anlamını yitirmesi ve yaşadığımız olayları o veya bu sınıfına koyamayıp yaşarken ölü konumuna düşmek? İşte bu sessiz sedasız intihar etmektir. Çok iyi hatırlarım babam başkalarına...