Bağdat
"Tengri'nin bana hediyesi sen misin?"
Hülagü Han'ın karşısında lal olmuş şekilde kalan çocuk, bir süre cevap veremedi. Bunun üzerine Han, soruyu bir tık değiştirerek tekrar sordu.
"Gökten mi düştün be Hüreyre desene? Gökteki ruhların hepsi böyle sessiz mıdır?""Ben..." Akar, sözlerini ağır ağır seçerken Han karşısında dikkatli konuşması gerektiğini biliyordu. "Bilmiyorum , buraya nasıl düştüm. Sadece atladım ve kendimi burada buldum..." çocuğun gözleri, belki acıdan belki de korkudan bilinmez, hafiften doluyordu.
Han ise doğru kişiyi bulduğuna sevinmiş dudağının bir kenarı sevinçle ufaktan yukarıya doğru kıvrılmıştı. Lakin çocuk o an kendisine hiç beklemediği sözler sarf etmişti. "B-beni de öldürecek misin? "
"Bunu nasıl düşünürsün? Kılıcım sana kalkar mı sanırsın?"
Akar ise telaşla etrafındaki cesetleri inceledi. "Ben de onlar gibiyim..."
Han, ilk başta Akar'ın demek istediğini anlamasa bile sonradan demekten çekindiği şeyi sezmişti."Sen bana Tengri'nin hediyesisin, onlarsa Müslümanlık adı altında fasıktan başka bir şey değiller. Hem benim obamda Müslüman beylerim de var, bundan yana endişen olmasın."
*Fasık: Sözde Müslüman kişiler için kullanılır.Karşısındaki çocuk o an bakışlarını yere eğip itaatkar bir tavırla başını sallamakla yetinmişti sadece.
Lakin Han'ın dikkati bu sefer eşinin yaralanmış bileğine kaymıştı .Bunun üstüne tez bir şekilde oradaki Moğol nökerlerinden birini tutup, "Hüreyre'yi yanına al Karakurum'a benden önce gidesiniz, oraya varınca tez vakitte otacıya (hekim) göster yarasını. " dedi. Nöker, Han'dan aldığı emri vakit kaybetmeden onaylayıp yerde oturan çocuğu kolundan tutup kaldırdı ve atının üstüne koydu.
Çocuk ise endişeli gözlerle, Hülagü'ye baktı. "Sen benimle gelmeyecek misin ?" dedi, sesi ise oldukça endişeli çıkıyordu. Tarihten biliyordu ki, Hülagü Han güvenilecek bir adam değildi fakat bu bilmediği diyarda aynı zamanda güvenebileceği tek kişi de oydu.
Han, şefkatli gözlerle Tengri' nin kendisine eşi olması için gönderilen kişiye baktı." Jıymayasın(Korkmayasın) , ben de geleceğim elbet lakin bitmemiş bir işim vardır. O vakte kadar en yetenekli nökerlerime daha sonra da Burhan Haldun Dağı'nın ve Kutlu Onon Irmağı'nın ruhlarına emanetsin. Onlar seni koruyacaktır."
Akar, Han'ın dediği lafla biraz da olsa tebessüm etmiş ve başıyla onaylamıştı. Ardından nöker, atını dehleyip bu harabeye dönmüş yerden yanında kuvvetli bir birlikle çıktı. Hülagü ise, yanından ayrılan atlı birliği gözden kayboluncaya dek arkasından izledi. Daha sonra pek vakit geçmeden kendisi de atına atlayıp meydana doğru yol aldı.
________________________________________
Bağdat Meydanı
Hülagü Han, ilk başta üstleri kan ve tozla kaplı ordusuna ardından meydanda toplanmış hayatta kalan halka baktı. En önde de kendisinin haddine olmayan mektubu gönderen Halife durmaktaydı.
Kendine has baskın sesiyle halka doğru konuşmaya başladı. "Kiminize göre ben barbarım. Kiminize göre ise şeytanın yeryüzüne inmiş haliyim. Oysa ben..."
Bir süre durup halifenin gözlerinin içine baktı. "Sadece alın yazımı takip ettim. Sizler haddinizi aşmış bir kavimsiniz. Öyle ki Moğol ve Türk obalarına girip, yağmalayıp nice kardeşlerimin canına kıymışsınız. O gün ben Göğün kudreti adına bu kavimden intikamımı almaya and içtim. Bunu yaparken yenilmeyeceğime ve sadık nökerlerimin şerefine alçakça leke sürülmesine izin vermeyeceğime de and içtim. Ve şimdi de buradayım. Zafer kazanmış bir Fatih olarak karşınızda dururum." lafını bitirdikten sonra Hülagü Han atından hızla inip halifenin ve iki oğlunun önünde durdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Moğol Hikayesi- Hülagü Han {Tamamlandı}
Fantascienza(bxb) Eceli gelmeden ölmek nedir bilir misiniz? Hayatın yavaş yavaş anlamını yitirmesi ve yaşadığımız olayları o veya bu sınıfına koyamayıp yaşarken ölü konumuna düşmek? İşte bu sessiz sedasız intihar etmektir. Çok iyi hatırlarım babam başkalarına...