Fedai

3.1K 308 42
                                    

Gençler yeni kapak tasarımına açığım bilin isterim. °¬° değiştirebiliriz yani mdmdms😂

Sarzan farkında bile olmadan yapıştığı dudaklardan aynı hızda geri ayrıldı. İkisi de birbirine bir süre sessizce öyle bakarken bu sessizliği bozmak için ilk hamleyi yapan Ünen olmuştu. "S-sen.." açmıştı ağzını lakin ne diyeceğini o bile bilmiyordu şuan. Şayet karşısında yıllardır tanıdığını zannettiği Sarzan'dan böyle bir hamle beklemiyordu. Lakin onun da aynı Ünen gibi yüzünde bir şaşkınlık, artı olarak kızarma vardı. O vakit Ünen anladı ki böyle bir şey yapmayı Sarzan da kendisinden beklemiyordu.

Bu sefer Ünen'in lafını devam ettirmesine izin vermeden Sarzan lafa atladı. "S-en... Ne! Ben, ne!? " sert görünüşüne rağmen şuan böyle bir telaşa kapılması onu resmen utanca boğuyordu. Öyle ki yüzünün kızarmasına bile engel olamıyordu. Onun bu hallerine karşın Ünen mantıklı bir açıklama alabilmek için Sarzan'a yaklaştı. Fakat Sarzan buna müsaade etmedi ve Ünen yaklaştıkça o geriye kaçmaya başladı. İstemsizce de sesi yükseliyordu. "B-ben ettiğin ihaneti unutmadım, bilesin ! Bunları beyan edecem elbet." kendisini durdurmasına fırsat vermeden Ünen'in yanından koşar adımlarla uzaklaştı. Yüzünün kızarmasıyla zaten yeterince utanmıştı, bir de üstüne onun yanında daha fazla kalıp gözleri içine bakmaya cesaret edemezdi.

100 adım kadar ötesine bağladığı doru atın tepesine bir hırsla atlayıp vakit kaybetmeden fedailerin kalesine doğru yola düştü.
_____________________________________

Sarzan, yazın sıcağı altında dinlenmeden yol alıyordu. Önce Semerkant ve Buhara'dan geçip kuzey Horasan'a doğru uzanan, ardından da Elbruz Dağları'nın eteklerine dek kıvrıla kıvrıla giden yamaçlı eski yolda ilerliyordu. Bu yolculuk sırasında ise düşünebildiği tek şey ani bir içgüdüyle yaptığı hatadaydı.. Tamam pek de hata sayılmazdı, şayet kimse Ünen'i öpmesi için boynuna urgan germemişti. Yine de böyle bir şey yapması... Doğru muydu bu? Ya cennete kabul etmezse efendisi bu eylemi yüzünden? Ya da onun böyle bir kudreti var mıydı ki?.. Onca yıllık Kuran eğitimlerini düşündü Sarzan. Geçmişte mucizeler yaratan peygamberlerin bile böyle bir kudreti yoktu. Cennet ya da cehennem yalnızca Allah'a mahsustu. Peki o vakit kendilerine öğretilenler? Yalan mıydı gerçekten?..

Sarzan, kendi kendine düşünceler içine dalmışken onu bu fikir alemlerinden koparan şey ufukta beliren uzun tüylü, kısa boylu atların üstündeki silahlı muhafızlar olmuştu. Fedailerin dağ tepesine yükselen kısımda kale girişine varmıştı. Hemen girişte de onu muhafızlar dışında Hasan Sabbah Efendinin sağ kolu Adi(böyle bir ad vardı o zamanlar dmmd) karşıladı. Yüzünde belli belirsiz bir gülüş ile Sarzan'a bakıyordu. Sarzan da oyalanmadan atından hızla indi ve doru atını bir seyise teslim etti. Adi ile birlikte kalenin, yüksek tavanlı tüm binayı çepeçevre kuşatan koridorun içine girdiler, mat mermerler ardılarında kalırken kale içinde ayrılan kapılardan Sabbah'ın odasına açılan girişe yöneldiler. Daha sonra kapıdan içeriye bir tebliğ sonrası girdiler. Hasan Sabbah görkemli bir taht üzerinde kurulmuş yanında en becerikli fedaileri ile önünde diz çökmüş komutanıyla muhattab oluyordu. Sarzan ve Adi de aynı şekilde boyun büküp kenara diğer fedailerin yanına çekildiler, ilk başta bu sohbetin bitmesini beklemeye koyuldular.

Sabbah'ın önünde diz çökmüş komutan lafına devam etti. "Sahte Sultan Melikşah ve ordusu Alamut kalesi kuşatmasını kaldırmıştır Efendimiz. Bir kez daha Fedailerin Kalesinin yıkılamayacağını tüm hainlere kanıtlamış olduk. Bu kutlu haberi sizle de paylaşmak isterim."

Hasan Sabbah büyük salonun ortasında hakkını verir bir kahkaha patlattı. Ardından bir fedainin elinde tuttuğu ince işli ve görkemli duran kutuyu aldı. İçinden aynı görkeme sahip altın işlemeli bir anahtar çıkartıp komutana alması için uzattı. "Bu gece..." dedi Sabbah sesini herkese duyururken, "bu kainatta Allah'ın bana verdiği emriyle yaratmış olduğum cennetin tasviri konumunda olan bahçeye üç cengaverin ile giresin. Bu gece şarap ve tatlıya doyacaksınız. Bahçede olan huriler de aynı şekilde sizi sanki kendilerinin kocası, sevgilisi gibi görüp nazik olacak, cilvesini eksik etmeyecek. Sana ve o üç cengavere bu lütfu Allah'ın emriyle bahşediyorum."

Bu karardan mutlu olan herkes salonun içinde hep bir ağızdan bağırdı. Sarzan dışında herkes en azından..."İbn-İ Sabbah peygamberimiz ve elçimizdir!"

Bu konuşma ve sırada bekleyen diğer fedaileri durumlarını beyan ederken Sarzan düşünceli bir şekilde Adi'nin yanında sırasının gelmesini bekliyordu. Onun bu dalgın hallerini fark eden Adi ise Sarzan'a ufak bir omuz atıp yan bir gülüş sundu. "Hayırdır, ne diye böyle durgunsun?" sesi alaycı bir tona bürünmüştü. "Oysa konu ne zaman bahçe olsa haşhaşa bile gerek yoktur diyip ağzının suyunu akıtırdın."

Sarzan, dalgın hallerinden yeni yeni ayıkırken Adi'nin dediği şeyleri bile anlamamış, kulağına tek ilişen şey düşünceleriyle uyuşan 'ağız' kelimesi olmuştu. Öyle ki Adi'yi bile şüphelendirecek garip bir telaşa kapılmıştı." A-ağız mı? Ne ağzı?" gözlerini Adi'den kaçırırken, aynı şekilde sözlerini kaçırmayı başaramamıştı maalesef. "Ben kimseyi öpmedim, bir hal de etmedim." Sarzan'ın bu hallerine karşılık Adi'nin yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Hatta şuan öyle bir eğleniyordu ki Sabbah Efendinin yanında olmasalar kuvvetli bir kahkaha atardı bu hallerine. Zaten hep böyle olmuştu. Sarzan ne zaman ters bir işlere girse saklayamaz hemen ele verirdi kendini. Tabii o zamanlar küçük bir sıbyandı. Şimdi de cengaver bir fedai oldu lakin bu huyundan değişen pek birşey olmamıştı. Adi kısık bir sesle aralarında konuşmaya devam ediyordu. "Hele beyan et bakayım cevval oğlan, kimdir o hatun?"

"Ne hatunu? Yoktur öyle şey, sen yanlış düşünürsün." Sarzan'ın bu telaşlı halleri Adi'nin iyice hoşuna gitmeye başlamıştı.

"Moğol deccallerinin yanından çıkıp, yarı iblis Türük obalarından geçtiğini sayarsak ordan bir hatundur. Lakin kim?" düşünür gibi yaptı bir süre. Lakin Sarzan'dan cevap alamayınca üstelemesi gerektiğini anlamıştı Adi. Fakat buna fırsat bulamadan derdini beyan etme sırası onlara gelmişti.

Sarzan, adının salon içinde tebliğ edilmesiyle başı öne eğik Sabbah'ın önünde diz çöktü.

Hasan Sabbah, "Beyan et bakalım Sarzan. Ünen'in vaziyeti nedir?"

Bu sual karşısında bir süre sessiz kaldı Sarzan. Bu bekleyiş sonunda diyebildiği tek şey de "Ünen..." olmuştu, lakin lafı nasıl devam ettireceğini bir türlü kestiremiyordu...

Ya gerçeği söyleyip, onun hain kabul edilmesi ile ölümüne karar verdirtecekti. Ya da gerçekleri kendisine saklayıp Ünen ile birlikte hain olup çıkacaktı...

Belli oldu ben bu çifte kafayı takacam kdkdkdk

Bir Moğol Hikayesi- Hülagü Han {Tamamlandı}Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin