Altın Otağı
Han her vakit olduğu gibi makam odasında baş yerini almış, yanındaki beylerinden hazırlıklar ile ilgili raporları alıyordu. Oldukça düşünceliydi Han.
Sonuçta dedesi Cengiz Han'ın yarım bıraktığı bu ata seferi tamamlama sırası artık kendisindeydi. Aslen güneşin battığı en batı uçla, doğduğu en doğu ucu birleştirmek dedesinin hayaliydi. Lakin bunun gerçekleşmesi için de önündeki engelleri birer birer aşması gerekiyordu. Öyle ki Alamut Kalesi bu engeller arasında belki de en önemli şeydi. Yani ne olursa olsun dedesinden kendisine miras kalan bu seferi tamamlayacak ve kaleyi düşürecekti.
Hülagü Han, üstündeki kaftanı ve beyaz börküyle etrafındaki beyleri inceledi bir süre. "Bilirsiniz ki bizler meydana üç dirlik çıkartırız. Merkez, sağ ve sol olmak üzere nökerlerimize üçlü düzen sağlarız. Lakin sağ ve sol dirlikler başıboş değildir. Görünürde üç dirlik olsa da onlar da benim buyruğumu takip edip bir olmalıdır." demişti şayet bu seferin önemini herkese sezdirmeye çalışıyordu Han.
Bu sefer baş nökerlerinden biri olan Buka Timur, söz aldı. "Peki o bölgedeki Müslüman grupları? Bilirsiniz ki pek kalabalıktır Han'ım."
"Doğrudur ama bizim için ehemmiyeti olan bir vaziyet değildir bu. Şayet Müslümanlar arasında bir birlik ve beraberlik yoktur. Ayrı hareket ederler ve her birlik de birbirleriyle kanlı bıçaklı. Onların bize mani olmak için birbirleriyle birleşmesi şöyle dursun, biz onlardan herhangi birini diğerine karşı kullanırız. " dedi Han yüzüne kondurduğu alaycı bir gülümsemeyle.
Buka Timur da aynı şekilde Han'ın sözüyle rahatlamış, gülümsemeye başlamıştı. "O vakit bu iyidir Han'ım. Buyruğunuz üzere hazırlıklar da bir hayli hızlı ilerliyor. Çok geçmeden yola koyulacağız. Tengri bizim nökerlerimizi zafere erdirsin."
Otağıda bulunan herkes, Han dahil olmak üzere, başını Tengri adının geçmesiyle saygı ile eğdi. Ardından hep bir ağızdan,"Tengri bize alkış versin." kelimelerini sarfettiler.
Han, başını hafifçe eğdiği yerden tekrardan kaldırıp beylerine bir bakış attı. "Başka birşey beyan edecek var mıdır bana?" diye sordu. Lakin kimseden ses çıkmadı. Anlaşılan akıllarına takılan ne bir soru ne de söyleyecekleri birşey vardı.
"Tengri'nin yeryüzündeki çeber nökerleri! -.." dedi Han. "Buyruğumuz altında olan her toprağa, içinde bulunan her ırka ve alacağımız her toprakta Hanlar Han'ı Dedem Cengiz Han'ın yasalarından ödün verilmeyecektir. Amacımız buyruğumuz altına aldığımız toprakları layığıyla yönetmektir. Bu da ancak yasalara uymakla olur. Gittiğiniz her yerde yasaları herkese eşit olarak edin ve bundan şaşmayın. Ayrıca halkın dini inancına müdahale etmeyin. Bizler kainat efendisi olmaya talibiz. Benimle aynı amacı güdenler de din ayrımı etmez. Ulu Gök Tengri nökerlerimize ve hepimize alkış versin... "
____________________________________Kurultay toplandığı gibi sessizce bitmiş, kararlar ve yapılacaklar bitikçi tarafından kağıda geçirilmişti. Beyler ve baş nökerler de kağıda imzalarını atıp otağıdan ayrılıyorlardı. Han ise, eşini yemeği kendisiyle yemesi için tüm işlerini iptal ettirmiş, kendisi için onu alıkoymuştu.
Hazırlıkların biteceği vakit belli değildi. Belki de bugün onlar için son kez bir araya gelişti. Ondan dolayıdır ki olabildiğince birlikte vakit geçirmek istiyordu Han.
Otağı, yüzlerce mumla aydınlatılıyordu. Erken batan güneşle havanın kararmasına rağmen etraf gündüz gibiydi. Keçenin duvarlarına da karşılıklı iki birer küçük Buhara halısı asılmıştı. Halılardan birini Anka Kuşu, diğerini de Şahmeran motifi süslüyordu.
O akşam, birlikte oldukları her vakit gibi, ikisi de hallerinden oldukça memnundu. 'Mutlu aile dedikleri bu olsa gerek' diye geçirdi içinden Han bir an. Eşi, kendisi, bir de yakında doğacak çocuğuyla tam bir aile gibi hissediyordu kendini.
Kuruldukları sofrada Akar, iki dönemden de yaşadığı tecrübesi, bilgisi ve ağırlığıyla ortamı neşelendiriyor ; Han da zekası ve Edebiyatçı kişiliğiyle onun bu sohbetine dahil oluyordu. Bir ara Hülagü, "Etrafta ortamı aydınlatan mumlar, soframdaysa hayatımı aydınlatan bir yıldız / Akşamı geceler izlesin, benim için hep gündüz." sözleriyle eşinin gönlünü de hoş tutuyor, ortama renk katmayı ihmal etmiyordu.
İkisi de böyle böyle halı kaplı sekilerin üzerinde oturmuş sohbet ederken, dört hizmetli de dört bir koldan sofra dizmekle meşguldü. Hizmetliler işini bilen, eli çabuk kızlardı. Kaşla göz arasında mükellef bir sofra kurmuşlardı. Yemeğe başlamadan önce Hülagü Han eşine doğru şefkatli bir bakış attı. "Bundan sonraki ödürlerimizin hep şülen misali olmasını temenni ediyorum." diyerek ilk başta eşinin başlaması için sofrayı açmasını bekledi. Ardından kendisi de yemeğine başladı.
İkisi de yiyip, içip, sohbet edip eğleniyordu. Akar, tam karşısında oturan Hülagü'ye ," Er'im, hazırlıklarınız uzun sürer herhal değil mi? " diye sordu bir umutla.
"Zannetmem Akar'ım. Dirliklerin ve gerekli şeylerin toplanması uzun sürmez. Şayet Akam Büyük Han Mengü Han da bana gerekli şeylerde bizzat yardım ediyor." Han önündeki kımızdan bir yudum aldı.
"Mengü Han'ın da mı haberi var?"
"Elbet var obamın çiçeği Akar Katun'um. Öyle ki dirliğim için baş nökeri Baycu'yu, Balagay'ı ve Samagar'ı buyruklarındaki nökerlerle bana yolluyor." Hülagü sarf ettiği laflardan sonra duruldu bir süre. Ardından tekrar lafa girdi. "Lakin endişelerim vardır."
Akar'ın bakışları Han'ın dalgın hallerine kaydı. "Ne gibi er'im?"
"Bunca baş nöker, çok başlı gibi gösterecek bizi diye korkarım."
"Olur mu öyle şey Han'ım. O baş nökerler de senin buyruğun altında. Çok başlı görünümü yaratmayı geç onlar hem toprakların hem de dirliğinin bütünlüğü için gereklidir. Hem bu gereklilik Cengiz yasalarına uyulmasını da gerekli kılar. Yasalar da, bütünlüğünün bir temennisidir er'im. "
"Tengri ilmini ve irfanını artırsın Akar'ım, sözlerinin doğruluğu büyüktür. "dedi Hülagü." Ben vaziyete o yönden bakmamıştım. "
Bu konuşmalar içinde yemek de devam ediyordu. Birlikte vakit geçirmenin mutluluğunu yaşıyorlardı ikisi de.
Biraz daha ilerleyen vakitlerde Han oldukça neşeli bir tavra bürünmüştü artık. Sürekli gülümsüyor, şakalar yapıyor ve bazen de kendi çapında eğleniyordu. Kim bilir belki de kımızın etkisiydi.Daha sonra gülümseyerek baktı eşine. "Gönlümün efendisi Akar'ım benden bir şey istemez misin ?"
Akar önündeki yemekten başını kaldırırken Hülagü'ye anlamaz tavırlarla bakmaya başladı. "Sağ ve esen kalmandan gayrı ne isterim Han'ım?.."
Han eli altındaki kımızdan bir yudum daha aldı ve eşinin yanına doğru biraz daha yanaştı. Ardından eliyle Akar'ın saçlarını geriye tutturan altın işlemeli mavi bandı çıkardı ve hiç düşünmeden dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu."Belki bir öpücük?"
Akar onun bu hali ve tavrına güldü ufak bir kıkırtıyla. "Kulağa hiç de fena gelmiyor." dedi ellerini Han'ın yüzünün iki kenarına yerleştirirken.
Ardından o da aynı şekilde dudaklarını, eşininkileriyle birleştirdi lakin Han'ın tersine Akar daha derin öpücükler konduruyordu bir hevesle.
'İnsan neden daima sevdiklerinden ayrılmak zorundaydı ki?' diye içinden geçirdi Akar. Bunun zorluğunu kimse anlayamazdı. En azından sevdiğin ve hep birlikte olmak istediğin birinden ayrılma kaygısı yaşamamış her kimseler... Nasıl anlatılırdı ki ayrılık?
Belki tam olmazdı ama ayrılmak, biraz da ölmekti...
'Böyle ayrılıkların olacağını elbet biliyordum' dedi Akar düşünceleri arasında. 'Birimizden biri ötekinden ayrılmak zorunda kalacak, biliyorum; fakat en azından o zaman geldiğinde yaşanmış mutluluklarımız, bizimle birlikte yaşayacak anılarımız olacak.' dedi bakışlarında oluşan kırgınlıkta...
Ayrılık zor be. Yaşamayan bilir mi?
:(
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Moğol Hikayesi- Hülagü Han {Tamamlandı}
Science Fiction(bxb) Eceli gelmeden ölmek nedir bilir misiniz? Hayatın yavaş yavaş anlamını yitirmesi ve yaşadığımız olayları o veya bu sınıfına koyamayıp yaşarken ölü konumuna düşmek? İşte bu sessiz sedasız intihar etmektir. Çok iyi hatırlarım babam başkalarına...