Ulan çok garip bir alışkanlığım var. Yeni bir hikaye yazacağımda hikayenin finalini yazmakla başlıyorum işe jdjdjs sonra baştan başlayıp yazdığım final bölümüne göre uyarlıyorum. Demem o ki final belli, bu final herkesi mutlu etmeyebilir edebilir de. Ama finalim belli. Bilgilendirme bitmiştir tşk.
Neden final konusu açtım? Djjdjd yaklaşıyoruz çünküm... O kadar yakın değiliz aslında ama uzak da değiliz sjjsjs
Altın Otağı
Pars yılının on dokuzuncu günüydü. Han ile görüşme talep edenler her zamanki gibi altın otağı dışında sıraya girmişlerdi. Ünen ve Han'ın diğer beyleri yanındayken görüşme sırası Kollukçubaşı Suyurgal'a gelmişti. Suyurgal sessizce girdiği otağıda ilk başta Han'ın önünde diz çöküp, onu selamladı.
Hülagü ise bu protokolü günde neredeyse yüzden fazla gördüğünden olsa gerek kısa tutup önünde eğilen Suyurgal'a işaret verdi ve kalkmasını buyurdu. Ardından bakışlarını ona dikerek, "Önemli bir mevzu var mıdır?"
Suyurgal, "Onon Irmağı üzerindeki köprü dışında önemli bir mevzu yoktur Han'ım."
Hülagü Han'ın kaşları çatılmıştı. Şayet kervanların rotasında en önemli yollardan biri de o köprüydü. "Köprünün vaziyeti denilenler kadar vahim midir?"
"Daha da vahimdir Han'ım. Her an çökebilir..."
Han düşünceli bir şekilde oturduğu yerden sakalını sıvazladı bir süre. "O köprü bir hayli sağlamdı, ne oldu da birden bire yıkılacak vaziyete geldi?"
Suyurgal lafı uzatmadan direkt sebebe girdi. "Suikast olduğunu düşünürüz Han'ım."
Hülagü Han işittikleriyle ciddileşti birden. "Kim eder böyle bir şeyi?"
"Kesin bir şey beyan edemiyoruz Han'ım lakin fedailerden kuşkulanıyoruz."
Han biraz durup düşündü tekrar. Hakimiyeti altındaki yerlerde sessizce kol gezdikleri yetmiyormuş gibi bir de ona ait kervan yollarını çökertmeye başlamışlardı. Bir de bunlar harici Han'ın aklında Ünen konusu vardı. Şayet, Akar'ın pusuya düşürülmeye çalıştığı o gün sorduğu sorular karşısında Ünen'den adamakıllı hiçbir cevap alamamıştı. Dost bildiği insan birşey yapar mıydı kendisine diye düşünmeden edemiyordu Hülagü Han. Malum fedailer oldukça kurnazdı, öyle ki bazen vakti geliyor yöneticilerin en güvendiği adamı bile fedai çıkabiliyordu. İşte öyle bir çıkmaz şüphe içindeydi Han.
Hülagü, dikkatini tekrardan önünde bekleyen Suyurgal'a verdi o an. "Elimizde ne kadar mahkum var?"
"Çoğu esir olmak üzere sekiz yüz Han'ım."
"Kaçı fedaidir?"
"Hiçbiri..." dedi Suyurgal mahçup bir şekilde başını yere eğerken.
Han ise belli etmemişti ama içten içe bu duruma oldukça sinirlenmişti. "Onlar mı pek iyidir yoksa siz mi pek kötüsünüz?"
Suyurgal bu soruyla iyice mahçup hissetmişti kendini. "Han'ım söz konusu cenk olduğunda bizler kötü değiliz. Onlar da beyan edilenler kadar iyi değillerdir."
Han alayla sırıttı bir süre. "O vakit ne diye bana bir fedai getiremiyorsunuz?"
"Han'ım onlar kimseye benzemez. Öldüreceklerini öldürdükten sonra önce firar etmeye çabalıyorlar, edemezler ise kendi canlarını kendileri alıyorlar."
"Yani bana beyan edersin ki onlar esir olmaktansa ölmeyi yeğliyorlar?"
"Yok Han'ım öyle değildir." dedi yüzünü eğdiği yerden kaldırırken, lafına kaldığı yerden devam etti. "Han'ım bunlar ya ölesiye davalarına inandırılmış ya da bir acuzun büyüsü altına alınmış. Lameser Şahdiz'de çok güçlü bir acuz ve yadacıların (Yada taşıyla yağmur ve kar yağdırdığına, yel estirdiğine inanılan büyücü) olduğunu işitmiştim."
Han'ın aklına bu sefer başka soru takılmıştı."Asıl merak ettiğim ne diye bize pusu attıkları? Gayeleri bizi içten ve yavaş yavaş yıkmak mı?"
"İntikamdır Han'ım. Aslen bunlar Müslümanların kendi iç meseleleridir. Bizi doğrudan ilgilendirmez. Lakin bazı Müslüman toprakları buyruğunuz altındayken yaptıkları pusular ister istemez bizleri de onların hedefi ediyor. "
Han bıkkınlıkla bir iç çekerken bu durumu düzeltebilecek bir yol düşündü."Çaresi nedir o hal? Alamut'u almak mı? "
Bu laf ile Ünen'in gözleri şaşkınlıkla açılmış Han'a ani bir bakış atmıştı. Suyurgal ise,"Öyledir Han'ım. Şayet fedailerin durmaya niyeti yok. Tek çare-..." Ünen'in izinsiz bir şekilde sohbete dahil olmasıyla Suyurgal'ın lafı yarıda kalmıştı.
"Mümkün değildir Han'ım." Ünen, bu ani olumsuz çıkışıyla Han dahil otağıda bulunan herkesin bakışlarını üzerine çekmişti birden. Ünen de yaptığı şeyi farkına varıp lafına devam etti ve biraz da olsa durumu toparlamaya çalıştı. "Alamut kalesine sadece dar bir patikadan gidiliyor. Han'ım Elbruz dağlarının tepesinde (yaklaşık 2.000 metre yükseklikte) bu kaleye nökerlerimizin gideceği patikada saldırıya uğramaları büyük ihtimal ve pusu üzerinde fedailerin avyas olduklarını da düşündüğümüzde kaleyi ele geçirmeyi geçtim ulaşmak dahi mümkün değildir."
Han gözlerindeki üzüntüye karşın yüzünde alaycı bir gülümseme ile Ünen'e döndü."Benim çeber nökerim ne oldu da imdi bir şeye 'mümkün değil' deyecek kadar düştü?"
Ünen, Han karşısında cevap veremezken sessizlik içinde başını eğmekle yetinmişti. Han da aynı sıkıntıyla iç çekerken bugün için kurultayı bitirme kararı almış, tüm beylerine ve mühendislerine Ünen'in lafının aksine büyük bir ümitle Alamut Kalesinin ele geçirilmesi adına fikir üretmelerini emretmişti. Ayrıyetten herkes çıktıktan sonra Baş Otacı ile ayrı bir görüşme yapmış; Akar'ın vaziyeti için en iyi hekimi bulup getirmesini istemişti.
Olum Alamut alınır mı? Koskoca suikast birliği. Herkesin başına bela o yüzyıllarda bu fedailer ndndmdkd
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Moğol Hikayesi- Hülagü Han {Tamamlandı}
Science Fiction(bxb) Eceli gelmeden ölmek nedir bilir misiniz? Hayatın yavaş yavaş anlamını yitirmesi ve yaşadığımız olayları o veya bu sınıfına koyamayıp yaşarken ölü konumuna düşmek? İşte bu sessiz sedasız intihar etmektir. Çok iyi hatırlarım babam başkalarına...