Akar
Zamana bakmak için çıktığım otağıdan geri içeriye girdim ve takılarıma ya da benzeri değerli olduklarını düşündüğüm mücevherlere göz gezdirdim. Güneş batıyordu, gökyüzü giderek daha koyu bir maviye dönüyordu sanki...
Gelmeyecek sanırsam. Karanlığa ve acı bir geleceğe giden yolda bana iyi şanslar dileyelim madem.
"Bunlar da sondur artık." son kutuya takıların birazını doldurdum. Bu sayede en azından bir süre geçim sıkıntım olmayacaktı.
İşte herşey bu kadar...
Bitti.Çadıra benim durgunluğumun tersine bir anda yüzündeki heyecanla karışık sevinçle ayaqaç daldı."Akar Katun durun hele!"
Bıkkınlıkla iç çektim. Daha kaç kere söyleyecektim yolumdan geri dönmeyeceğimi! "Bak, ne beyan edersen et vazgeçmem, gidiyorum. Tamamdır?""Siz değil, Kanımlar gider Akar Katun. Nasıl ettiniz bilmem ama yaradı." Ben şaşkınlıkla dediklerinin doğruluğunu düşünürken ayaqaç lafına devam etti. "Hülagü Han, has kanımları obadan gönderdi."
"Bu dediklerin doğru mudur?" yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdim. Hakikaten işe yaradı mı? Doğru, büyük bir kumar oynadım. Ölüm pahasına ama başardım! Sahra da özgür kalmıştı demek oluyor bu. O ve bebeği de yaşayacak artık.
Bir sevinçle kucağımdaki kutuyu kenara atıp ayağı fırladım.
Şuan var ya acayip mutluyum!
Ben etrafta şen çocuklar gibi dört dönerken dibimden ayrılmayan ayaqaç da benim neşeme eşlik ediyor, sanki oynadığım bu büyük kumarın zaferini benimle birlikte kutluyordu.O an içeriye Han'ın kendisi girdi, herkes başını öne eğerken ben de bu çocuksu sevincimi kenara bırakıp önünde başımı eğdim lakin yüzümdeki gülümseme bir türlü gitmiyordu.
"Çıkın." diye emir verdi Han ve otağıda yalnızca ikimizin kalmasını istediğini açıkça gösterdi.
Herkes başı önde otağıdan çıkarken ben sadece aptal bir gülümseme ile gidenleri seyrediyordum.Tek kaldığımızda ise er'im yanıma doğru adımladı ve iki elimi elleri arasında nazikçe tuttu fakat bir gözü hala sarılı elimdeydi. "Ee ne dersin obamın çiçeği Akar Katun'um? Bitti mi dersin bu isyan, bu ayrılık?"
Yüzüme tatlı bir gülümseme yerleşti. "Er'im." saygıyla eğdiğim başımı kaldırıp bana bakan gözlere diktim bakışlarımı. " Elbet aramızdaki bu soğukluk uzundu lakin kavuşturdunuz. Nicedir ayrıydık, birleştirdiniz. Bundan gayrı daha bir isyan kalmaz. Han'ıma ve buyruklarına elbet amadeyim."Bu cevabımla tatmin olmuş olsa gerek bu sefer bir eliyle uzun zamandır hasretini çektiğim dokunuşlarıyla saçlarımı okşadı. Ardından dudağıma doğru eğilip nazik bir öpücük kondurdu ve eli bu sefer saçımdan aşağıya doğru kayıp açıkta kalan boynumu buldu.
"Ayrılık bitti dersin lakin boynunda ettiğim ihdayı halen göremem."Doğru ya kolye... Bir kenara kaldırdığım kolyeyi ortamı bozan hareketlerime aldırmadan ondan ayrıldım ve bir koşu kolyeyi aldım. Daha sonra vakit kaybetmeden ait olduğu yere geri taktım.
Ben artık onun tek gözdesi olacaktım, o da sadece bana ait.
Elimle taktığım kolyeyi yokladım bir süre, o kadar mutluydum ki...
O kadınların gittiğine...
Sahra'nın hayatta kalışına...
Ve daha da önemlisi hala hayatta oluşuma. Öyle ki ettiğim laflara otağıdan çıktığım an pişman olmuştum lakin biliyordum ki artık geri dönüşü de yoktu.Beni bu düşüncelerden sıyırıp gerçek hayata döndüren şey arkamdan yanaşıp belime sıkıca tek kolunu saran er'im olmuştu. Diğer eliyle de kolyemi sıkıca kavradığım yaralı elimi tutup başını saçlarıma yasladı. "Kendine bir zeval getirecek kadar çok mu seversin beni?.."
Arkamdan sıkıca sarılan bedene kendimi dayadım ve gözlerimi çektiğim bu bedenin hasretiyle kapadım. "Sen benim herşeyimsin er'im, bilmez misin?" başımı hafifçe kaldırıp açtığım gözlerimle yüzünü inceledim kısa bir süre. "Acımıyor artık." sarılı elimle parmaklarımı sıkılaştırdım er'imin elini tutarken. "Hem kalbimin yarası da geçti. Beni öyle mutlu ettin ki..." lafımı tamamlayamadan ona döndürdüğüm bakışlarımı fırsat bildi ve alnıma tatlı bir öpücük kondurdu. Dikkatle baktım gözlerine, bilmek istiyordum bana karşı sınırlarını. Anlamak istiyordum...
Belimde sarılı kolundan bir boşluk yaratarak ona doğru çevirdim bedenimi ve dudaklarına doğru uzanıp hafif bir öpücük verdim. "Er'im, sadece bana bakın isterim böyle. Tıpkı benim size baktığım gibi..." diye fısıldadım. Biliyorum o benim eşimdi lakin korkutucu bir tarafı olduğu da yadsınamaz bir gerçekti."Cihan'ın yarısının sahibi Hülagü Han'ı kendine saklamak mı istersin be Katun? " sesi sahteden bir yükselişe geçmişti. Bu vaziyetimizden hoşnut duruyor, yüzü gülüyordu. Bu iyi bir işaretti.
Ben de ona karşılık yüzüme cilveli bir gülüş yerleştirdim. "Hülagü Han'ımız için Akar Katun'dan başka yol yoktur."Yüzüme yerleştirdiği elini tenimde hissettiğimde başımı hafifçe eğdim. Kendimi bir kedi misali eline dayadım. Bu hareketim karşısında bana uzanıp dudaklarımı hafifçe öptü. Eliyse yüzümden omzuma doğru kıyafetin bağlama iplerine kayarken belimdeki kolu da sıkılaşmış, bedenine doğru şiddetle çekiyordu. Dudaklarıma ise artık nazik olmak yerine daha derin ve hırçın öpücükler bırakmaya başlamıştı. Sakalları yüzüme batarken huylanmıştım. 'İşte' , dedim kendi kendime 'işte artık sadece bana aitti...'
O da aynı benim gibi hasretle yapıştığı dudaklarımın arasından inledim hafifçe. Parmakları kıyafetin iplerini çözmüş, üstümdeki dış kaftan aşağı kayarken böyle baskın davranmasını anlıyordum. Sonuçta kendisi koca bir Han idi. Baskın olduğunu hissettirmek istiyordu. Ben ise bunu hissedebilmesi için elimden geleni yapacaktım. En azından bu gecelik...
Araladığım dudaklarımda dili içeriye kayarken kendimi artık ona teslim etmiştim...Onun bana ait olduğu gibi ben de yalnızca ona aittim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Moğol Hikayesi- Hülagü Han {Tamamlandı}
Ciencia Ficción(bxb) Eceli gelmeden ölmek nedir bilir misiniz? Hayatın yavaş yavaş anlamını yitirmesi ve yaşadığımız olayları o veya bu sınıfına koyamayıp yaşarken ölü konumuna düşmek? İşte bu sessiz sedasız intihar etmektir. Çok iyi hatırlarım babam başkalarına...